Maça geldiğimizde ise maç öncesinde Mancini'nin hafta içinde anjiyo geçiren Ersun Yanal'ın yanına gelip "Geçmiş olsun." demesi ve Ersun Yanal'ın da yine o samimiyetle Mancini'ye "Teşekkürler." demesi de maçın en güzel anlarından biriydi. Tam da dostluk havasında başlamıştı maç. Nihayet, yıllar sonra o gerginliklerden sonra nihayet.
İki takım için de bu maçın önemi büyüktü. Sonuçta Galatasaray bu maçı kaybederse liderle arasındaki puan farkı 9'a çıkacak ve en azından ilk yarı itibariyle işi çok çok zor olacaktı. Fenerbahçe de bu maçı kazanıp hem altındaki takımlarla puan farkını açmak, hem de Galatasaray'a karşı psikolojik üstünlüğünü devam ettirmek istiyordu. Aslında bu çok da iyi bir şey değil. En azından psikolojik olarak. Sonuçta ortada 14 yıldır Kadıköy'de Galatasaray'a yenilmeyen bir Fenerbahçe var. Baskı anlamında deplasman ekibi Galatasaray'dan bile daha baskı vardı üstünde Fenerbahçe'nin. Futbolcuların kafasında "Ya yenilirsek." düşüncesi bile olabilirdi belki. Galatasaray da sahaya sıkıntılı ve düşünceli bir şekilde çıktı. Neticede 11'in değişilmez iki ismi Muslera ve Sneijder derbide yoktu. Bu da maç öncesinde Galatasaray açısından büyük handikap olarak nitelendirildi.
Maça iki takım da tutuk başladı. Hem Fenerbahçe hem Galatasaray fazla hücuma çıkmayarak, risk almayarak ve topu ayakta tutup pas yapmak isteyerek başladı maça. Bu istek Fenerbahçe açısından resmiyete döküldü. İlk 15 dakika Fenerbahçe rakip kalede baskı kuramasa da sürekli pas oyunu yaptı. Bu pas oyunlarını yaparken zaman zaman yaptıkları ataklar Galatasaray'ın tehlikeli pozisyonlar bulmasına neden oldu. Örneğin Bruma hızını da kullanarak bunu değerlendirmek istedi ama bir türlü olmadı. Drogba ve Burak hücumda pres konusunda sıkıntılıydı.
Maç esnasında Mancini'nin kurduğu kadro Galatasaray'ın amaçlarını karşılıyordu. Galatasaray kesinlikle buraya galibiyet için gelmemişti. Bu apaçık belliydi. Örneğin Galatasaray Fenerbahçe'nin topla daha fazla oynamasına izin veriyordu ama Fenerbahçe ataklarını da savuşturmayı çok iyi biliyorlardı. Örneğin maça Ceyhun ile başlamaları gole kadar Galatasaray için bir avantajtı. Fenerbahçe'nin ise bunun tersine oyunu açabilecek, 10 numara, ileri dönük oynayabilen adama ihtiyacı vardı. Normalde Fenerbahçe'de kağıt üstünde Cristian da bu özelliklere sahip. Ama kağıt üstünde. Alper sadece bu saydıklarımızı sahada uygulayabiliyordu ki o da bu maçta cezalıydı. Bunun eksikliğini epey hissetti Fenerbahçe. Maç böyle devam ederken Galatasaray'lı Chedjou yerdeki topu eliyle uzaklaştırdı ve hakem tereddütsüz penaltı kararı verdi. Doğru karar veren hakemi bu pozisyon için kutlamak gerek. Penaltıyı kullanmaya da son zamanlarda çok formsuz, oynamayı bile istemeyen bir Emre gitti. Bu penaltı ayrıca Eray'ı görmenin de bir fırsatıydı aslında. Her ne kadar Emre golü atıp Fenerbahçe'yi öne geçirse de Eray atlayabileceği en iyi köşeye atladı. Anlayacağınız Eray bu penaltıda kurtarabilecek her şeyi yaptı ama Emre de yılların tecrübesiyle golü yazdı.
Fenerbahçe'nin golünden sonra biraz daha hücum düşünmeye çalışan bir Galatasaray vardı karşımızda. Aslında gayet doğal. Ama bu hücum varyasyonları gerçekten kısıtlı. Örneğin Galatasaray da tıpkı Fenerbahçe gibi oyun kurucu ismin yani Sneijder'in yokluğunu çok hissetti. Bu yüzden de kanatlara yöneldiler. Kanatlarda oynayan Bruma'nın hızlı ama bir o kadar da tecrübesiz oluşu, Burak'ın kanatta oynamaya alışkın olmaması, bu ikisinin sonucunda Drogba'ya top gelmemesi Galatasaray ataklarını pasif kılıyordu. Fenerbahçe ise yine aynı pas oyununa devam ediyordu. Hücumda yine fazla bir atak bulamadı sarı lacivertli ekip. Daha kontrollü oynadı. Galatasaray ilk yarının son dakikalarda 1-2 dakika iyi geldiyse de Fenerbahçe ilk yarıyı 1-0 önde kapatmayı başardı.
Ve Fenerbahçe bir derbiyi daha kazandı. Bu maçın kazanan açısından önemi cidden büyüktü. Ve 14 yıllık seri bozulmayarak 15 seneye çıktı. Fenerbahçe bu maçı hiç zorlanmadan hatta tabir-i caizse elini kolunu sallaya sallaya kazandı. Galatasaray yöneticilerinden Şükrü Ergün'ün açıklamaları da boş yapılmış kelimeler bütünü olduğu ortaya çıktı. Evet, belki kabul edilmeyebilir ama psikolojik üstünlük kavramı olduğunu düşünmüyorum. Üstünlük bir yere kadar. Fenerbahçe evinde en son Galatasaray'da 1999 yılında kaybetmiş. Bu geçen 14 yıllık zaman diliminde her maçın şans olmadığı belli. Demek ki bunun tek açıklaması istikrardır. Ve istikrar da kalıcı bir şeydir. Şans gibi değildir. İstikrar, alışkanlıktır.
Ayrıca maçtan sonra da sözde kendilerine spor programıyız diyen programların da artık yavaş yavaş insanların, futbolcuların kişilik değerlerine saygı politikasını çiğnediklerini düşünüyorum. İsim vermeden, bir televizyon kanalının bir spor programının bir sözde spor yorumcusu Fenerbahçeli futbolcu Cristian hakkında ağza alınmayacak şeyler söylemiştir. Yok adam değilmiş bilmem neymiş falan. Bir insanın değerlerine laf söylemek, kişilikleri hakkında konuşmak kimsenin hakkı değildir. Burada olay Fenerbahçeli futbolcu, Galatasaraylı futbolcu, Beşiktaşlı futbolcu falan değil. Burada olay işini yapan kimseye böyle ağır ithamlarda bulunamama olayıdır. Kişi önce kendine bakıp, karşıdakine lafı öyle söylemelidir deyip bu konuyu da burada kapatıyorum.
Ayrıca birçok Fenerbahçelinin kendisini örnek aldığı, adeta onu bir savaş komutanı kendilerini de o savaşa gidecek askerler olarak düşünüp, basketbol sevmeyen adamı bile basketbolu Fenerbahçe sayesinde sevindiren, Euroleague'de Fenerbahçe Ülker ile grubunda 4'te 4 yaparak namağlup şekilde yoluna devam eden ve bu süreçte Avrupa'nın devleri CSKA Moskova'yı, Barcelona'yı deviren Zeljko Obradovic'in bu derbiye gelip maçı izlemesi de ayrı bir güzel görüntüydü diyebiliriz.
Uzun lafın kısası Fenerbahçe her zaman olduğu gibi Kadıköy'de derbiyi kazanmayı başardı. Tam da 10 Kasım'a yakışır, son derece saygı ve sevgi içerisinde gerçekleşen, olayın çıkmadığı güzel bir derbi izledik. Nice böyle güzel derbiler izleyebiliriz umarım ilerleyen yıllarda. Yazıma son verirken dediğim gibi bu galibiyetin tek bir anlamı ve çıkarılacak sonucu var :
İstikrar Kalıcıdır, İstikrar Alışkanlıktır
çok güzel bir yazı
YanıtlaSilgaassaraylı arkadaşlar yavaş yavaş anlıyo semih kayanın nasıl overrated büyütülmüş bi balon olduğunu :-)
YanıtlaSil