29 Ekim 2013 Salı

Adrien Rabiot

Hiç yorum yok:
Uefa tarafından Dünya'nın en yetenekli 10 genç futbolcu arasında gösterilen Adrien Rabiot, Psg altyapısından çıkan bir yetenek, biz de bu yeteneği sizler için tanıttık...


Rabiot kimdir?
3 nisan 1995 tarihinde Saint-Maurice (Paris)'de dünyaya gelen Rabiot 6 yaşındayken futbola Creteil kulübünde başlar. Orada oldukça başarılı olan Rabiot 2008'de İngiliz devi Manchester City'ye transfer olur, ama orada işler yolunda gitmez. 6 ay aradan sonra Fransa'ya tekrar döner, FC Pau kulübüne transfer olur. Genç yetenek Pau'da da fazla durmaz, 2009'da Toulouse'daki Castelmaurou futbol eğitim merkezine seçilir. Orada Psg'li gözlemcilerin dikkatini çeken Rabiot 15 yaşındayken Psg'ye transfer olur. Genç takımlarda boy gösterir ve birçok şampiyonluk yaşar.

A takıma geçisi:
Mart 2012 tarihinde Psg'nin teknik direktörü Carlo Ancelotti, A2 takımı antrenöründen takıma birkaç genç oyuncu göndermesini ister. O oyuncular arasında Adrien Rabiot da yer alır ve henüz 16 yaşındayken A takımla antrenmanlara çıkmaya başlar. Antrenmanlarda Ancelotti'nin beğenisini toplayan Rabiot 22 Nisan 2012'de Sochaux'ya karşı ilk profesyonel maçına çıkar. İlk profesyonel sözleşmesini temmuz 2012'de imzalayan Rabiot, ilk Avrupa maçına 6 Kasım 2012'de Dinamo Zagreb'e karşı çıkar.
2012-13 sezonu devre arası daha fazla forma şansı bulması için Toulouse'a kiralanan genç yıldız, ilk golünü 9 mart 2013 tarihinde Brest'e atar.
2013-14 sezonuna ise Psg forması altında başladı ve ilk golünü atmakta gecikmedi. Ligin 3. haftasında Guimguamp filelerini havalandırdı. Genç yıldız şuan ilk 11'de yer bulabiliyor ve takımı adına önemli katkılarda bulunuyor.


Fransa'nın Salih Uçan'ı
Oyun stili, oynadıkları mevkii, boy, yüksek oyun zekası, yaş ve saç stilinin nerdeyse aynı olması, benim Rabiot hakkında "Fransa'nın Salih'i" dememin en büyük nedenlerinden. Üstelik her iki futbolcu da gelecekte büyük yıldız olma yeteneğine sahip. Rabiot ve Salih arasındaki tek fark bana göre altyapı farkıdır. Bu kendini şimdiden belli ediyor. Zira fizik gücüne baktığımızda, Rabiot'nun daha üstün olduğunu görebiliyoruz. Tempo farkı da var. Salih temposuz demiyorum ama Rabiot ile kıyasladığımızda Rabiot'nun daha tempolu olduğu bir gerçek. Burada Salih ve Rabiot'yu da kıyaslamış olduk ama Salih örneği sadece Rabiot'yu size daha iyi anlatmak içindi. İkisi de büyük yetenek, ilerde çok iyi işler yapacaklarından hiç süphem yok.

Adrien Rabiot | Skills

Devamını Oku »

SPOR TOTO SÜPER LİG 9. HAFTA DEĞERLENDİRMESİ

2 yorum:
Futbolu futbol gibi konuştuğumuz ve şu ana kadar 2013-2014 sezonunda en çok golün atıldığı hafta olarak tarihe geçen 9. haftayı değerlendirmeye çalışacağım. Gerçekten çok zevkli ve güzel maçlar oldu bu hafta. Önce bu hafta alınan toplu sonuçları söyleyelim : 

Fenerbahçe 3-1 Gaziantepspor [Emenike (2), Sow / Strinic]
Sivasspor 2-0 Kayseri Erciyesspor [Aatif (2)]
Karabükspor 1-1 Antalyaspor [Lua Lua / Uğur Uçar (k.k)]
Akhisar 3-3 Beşiktaş [Bruno (2), Bilal / Olcay, Oğuzhan, Almeida]
Elazığspor 1-2 Gençlerbirliği [Onur / Sedat, Stancu]
Eskişehirspor 4-1 Çaykur Rizespor [Jorquera, Erman, Erkan, N'Diaye / Kweuke]
Torku Konyaspor 0-1 Bursaspor [Ferhat]
Kayserispor 2-4 Galatasaray [Mouche, Jaja / Sneijder, Chedjou, Burak, Drogba]
Kasımpaşa 3-2 Trabzonspor [Kerem, Adem, Scarione / Henrique, Olcan]

FENERBAHÇE 3-1 GAZİANTEPSPOR



Haftanın açılış maçında Fenerbahçe evinde ligin son haftalarının formda takımı Gaziantepspor'u ağırladı. Fenerbahçe'nin zirve yarışında avantajını ve iddiasını sürdürebilmesi için mutlak kazanmak zorunda olduğu bir maçtı. Maç öncesinde Ersun Yanal önemli bir değişikliğe giderek hücum hattını Sow - Emenike - Kuyt 3'lüsü ile oluşturdu. Şu ana kadar neredeyse tüm maçlarda oynamış olan Webo yedek kulübesindeydi. Bunun dışında orta alanda da Topal - Cristian - Alper 3'lüsü görev alıyordu ki gerek Emre'nin gerekse de Meireles'in sakatlıkları bu değişkliğin mecburi sebebiydi. Fenerbahçe maça beklenen de hızlı bir giriş yaptı. Özellikle Alper'in topu alıp dikine oynayabilmesi, Caner gibi bir bekle başlanması, ilerideki hücum 3'lüsünün çok formda oluşu gibi etkenler Fenerbahçe için büyük avantajtı. Gaziantepspor ise elindeki mütevazi kadrosuyla bir sürpriz peşindeydi ama ilk yarı Fenerbahçe resmen top çevirmedi Antep'e. Nitekim ilk yarıda da Sow ve Emenike ile de 2 güzel gol bulup devre arasına çok rahat gittiler. İkinci yarı ise Fenerbahçe anlamlandıramadığım bir şekilde rölanti oynadı. Ama aşırı rölanti. Antep de bu dakikalarda 1 tane atayım düşüncesi ile bastırdı. Nitekim gol atana kadar da 2 net pozisyon harcadılar. Ardından Fenerbahçe savunmasının hazırsız yakalandığı bir anda golü buldular. Tam da Fenerbahçe için zor dakikalar başlayacakken devreye oyuna sonradan giren Salih girdi. Oyuna girmesi geciken Salih Emenike'nin 2. golünde asist yaparak takımını 3-1 öne geçirdi ve maçı da Fenerbahçe'ye kazandırdı bir anlamda. Gaziantepspor ise elindeki yetersiz ve alternatifsiz kadrosunun cezasını bu tip maçlarda kaybederek ödedi ve daha da ödeyecek gibi. Sonuç olarak üst sıraları ve liderliği bırakmamak adına Fenerbahçe önemli bir 3 puan alırken Antep ise alt sıralardan kurtulmak için çıktığı mücadeleden kötü oyunla ve puansız bir şekilde ayrıldı.

SİVASSPOR 2-0 KAYSERİ ERCİYESSPOR



Belki de bu haftanın en ilginç maçlarından birine sahne olduk. Roberto Carlos yönetimindeki Sivasspor şiir gibi bir oyunla Kayseri Erciyesspor'u yendi. Ama ne yenmek. Gerçekten son haftaların en formda takımı diyebiliriz Sivasspor için. Maç öncesinde birçok otorite maçı Sivasspor'un kazanacağını düşünüyordu. Maç Sivasspor'un etkili ve hücumcu oyunu ve Erciyes'in de korkak ve pasif futbolu ile başladı. Özellikle Sivasspor ataklarında yeni transfer Djebbour'un da yavaş yavaş katkı vermesi Sivasspor adına önemli. Gelişen ataklarda Aatif, Cicinho ve Djebbour üçlüsü büyük rol oynuyordu Sivasspor'da. Özellikle Roberto Carlos'un futbolculuk yaptığı dönemde Real Madrid'ten arkadaşı sağ bek Cicinho'nun bir sağ kanatvari oynaması, neredeyse her maç asistinin bulunması ve hücumu seven bir bek olması Sivasspor'un oyununa büyük katkı sağlıyor. 10 numara pozisyonunda oynayan Aaatif da ataklarda etkin bir rol oynuyor. Önceliğinin gol atmak olmadığını da söyleyen Aatif önemli olan skora katkıda bulunabilmek ve takımımın bir parçası olabilmek demişti. Haklı da. İlk yarı Erciyes'e top göstermeyerek oynayan Sivas bunun meyvesini aldı ve Aatif'in golüyle soyunma odasına 1-0'lık üstünlükle gittiler. Erciyes ise sahada varla yok arası gibiydi. Spikerin Erciyes takımından ismini en çok telaffuz ettiği futbolcunun kalecileri Jorgacevic olması bile her şeyi açıklıyor. İkinci yarı Erciyes biraz kıpırdanır gibi olup 2-3 atak yapsa da Sivas'ın ve Aatif'in 2. golüyle birlikte adeta yıkıldılar. O dakikadan sonra ise Vleminckx damga vurdu maça. Sinirlerine hakim olmak bu devirde hayatın her alanında önemli bir unsur. Vleminckx sinirlerine hakim olamayarak bir kırmızı kart da bu maçta görüyor. Kırmızı kart konusunda bir şey diyemeyiz. Neticede saha kenarında oyuncunun ne dediğini ancak yardımcı hakem biliyor. O yüzden haklı haksız da olsa bu kadar kolay kart görmesi anlaşılabilir bir şey değil. 9 haftası geride kalan ligde 3. kırmızı kartını gören futbolcu olması da ayrı bir trajikomik olay tabi. Zaten ben bu satırları yazarken Vleminckx'in kadro dışı kaldığını da hatırlatayım. Muhtemelen devre arasında Erciyes ile yolları ayrılacak. Sonuç olarak Roberto Carlos'un Sivasspor'u rakip dinlemeden maçları kazanmaya devam ediyor. Erciyes ise maalesef bu oyunla bu sezon bu ligde tutunması zor olan ekiplerin başında geliyor.

KARABÜKSPOR 1-1 ANTALYASPOR



Ligde hem sıralama hem de oyunları itibariyle birbirine yakın iki ekibin kapışmasında kazanan çıkmadı. Aslında normal bir sonuç kağıt üzerine baktığımızda. İkisi de fazla iyi oynamayan, iki takımın sıralamasında arasında sadece bir takım bulunan iki takımın berabere kalması doğal. Ancak Karabükspor'un bu maçtaki iyi oyunundan söz etmezsek ayıp olur. Maçın neredeyse genelinde rakibinden çok daha iyi oynayan bir Karabükspor vardı. Özellikle hücumlarında Lua Lua - Akpala - İlhan 3'lüsü önemli rol oynuyordu. Ancak Akpala'nın bu maçta kaçırdığı pozisyonların da haddi hesabı yoktu. Ama yine de maçın genelinde Antalyaspor'a karşı bir hücum birliği devam etti. Antalyaspor ise savunma anlamında başarılı olsa da hücumda çoğalamayan ve son vuruş yapmayı beceremeyen bir takım görünümünde. Her ne kadar Tita gibi Diarra gibi, 11'de başlamamış olsa bile Baros gibi hücum silahları olan bir takımın genel olarak şu ana kadar birçok maçında hücum sıkıntısı çekmesi de acayip bir şey. Maça gelindiğinde Karabükspor bu baskıyı bir penaltı golüyle taçlandırdı. Şimdi burada devreye girmek istiyorum. Penaltı kararında hakem %100 doğru. Net bir penaltı. Antalyaspor'lu futbolcunun topu elle müdahale etmesi sonucunda Lua Lua'nın bu penaltıyı gole çevirmesiyle Karabük 1-0 öne geçti. Ama hakem o pozisyonda öyle bir düşündü ki tam 7 saniye sonra kararı verebildi. Hakemin kararları anlık bir olaydır. Gördüğünü çalarsın. Hatta bazı eski hakemlerimize göre saliselik bir şeydir hakemlik. Ama bu maçın hakemi tam 7 saniye pozisyonun penaltı olup olmadığını düşündü. Tamam hepimiz insanız. Herkesin kusurları vardır. Bu pozisyonda da hakem belki de tereddütte veya ikilemde kalmış olabilir. Ama hayatın her alanında olduğu gibi burada da belirsizlik her şeyden çok daha kötüdür. Belki o pozisyona penaltı vermese bu kadar eleştirilmeyecekti. Dediğim gibi karar doğru ama çok geç verilmiş bir karar. Oyuna döndüğümüzde ise Antalyaspor pek atak geliştiremese de çok ilginç bir pozisyondan Uğur Uçar'ın topu kendi ağlarına bırakmasıyla beraberliği sağladı. Son dakikalarda Karabük Akpala ile etkili gelse de skor değişmedi ve her iki takım da sahadan 1'er puanla ayrıldı.

ELAZIĞSPOR 1-2 GENÇLERBİRLİĞİ



Ligde şu ana kadar kötü oynayan iki ekibin kapışmasında kazanan zor da olsa Gençlerbirliği oldu. Özellikle Gençlerbirliği'nde hafta içinde Metin Diyadin'in gönderilip yerine Mehmet Özdilek'in gelmesi olumlu sinyaller göstermiş takımda. Elazığspor ise bildiğiniz gibi. Maça Elazığspor daha seri, atak ve iyi başladı. Kendi yarı sahalarından çıkarken pasla çıkmayı tercih etmeleri de beğendiğim en önemli özellikleri. Ama yok. Bu iş olmaz. Bu kadroyla bu ligde tutunabilmeleri çok çok zor. Öne geçtikten sonra skoru koruyamadılar. Zaten birçok maçta öne geçmeleri bile beklenmeden yeniliyorlar. Aslında geçen seneki kadro biraz olsun korunabilmiş olsa ya da geçen seneki Yılmaz Vural takımın başında kalsa bu kadar karamsar olmazdık. Gençlerbirliği yeni teknik direktör gazıyla golü bulmakta gecikmedi ve soyunma odasına 1-1'lik eşitlikle gidildi. İkinci yarı ise oyundan tamamen kopmuş bir Elazığspor ve galibiyet golünü arayan bir Gençlerbirliği mücadele etti. Elazığspor aslında beklediğimden de fazla direndi. Ama kaçınılmaz son. Gençlerbirliği 85. dakikada Stancu ile çok güzel bir gol bularak maçtan 3 puanla ayrıldı. Bu maçın sonucu aslında iki cepheyi de etkiledi. Gençlerbirliği Mehmet Özdilek ile ilk galibiyetini aldı ve iyi oyun oynadı. Rakip güçsüz bir Elazığ olsa da aldıkları bu galibiyet iyi oyunlarının ve skorlarının başlangıcı olabilir. Elazığ'da ise işler karışık. Maç sonrası Norveçli teknik adam Sollied istifa etti ve yerine Okan Buruk Elazığspor'un yeni teknik direktörü oldu. Kısaca son haftalarda kazanmaya ihtiyacı olan iki takımın maçında gülen Gençlerbirliği oldu.

AKHİSAR 3-3 BEŞİKTAŞ




Ligde haftanın en keyifli maçlarından birini daha geride bıraktık. Ligin bu sezon için sürpriz takımı olan Akhisar Beşiktaş'ı elinden kaçırdı diyebiliriz. Son zamanlarda böyle keyifli, tempolu bir maç izlediğimi de şahsen hatırlamıyorum. Tam da denildiği gibi top bir o kalede bir de bu kaledeydi. Akhisar'ın bu tempolu oyununa Beşiktaş yine kendisine özgü tempo ile karşılık verdi. Maça iki takım da hızlı başladı aslında. Akhisar özellikle ilerde Niasse - Bruno gibi isimlerle etkili olmaya çalışsa da Beşiktaş golü buldu. Oğuzhan - Olcay ikilisinin iş birliğinde atılan gol Beşiktaş'ı öne geçirdi. Golden çok Oğuzhan'ın Beşiktaş için ne kadar önemli futbolcu olduğu çıkıyordu ortaya aslında. Akhisar sonra nasıl olduysa kendine geldi. Önce haftanın golü diyebileceğimiz Bruno'nun golü ardından tekrar Bruno ve Bilal'in golleriyle durum birden 3-1 oldu. Bu dakikaya kadar ne olduğunu anlamaya çalışan Beşiktaşlı futbolcular tabeladaki 3-1'lik skoru görünce resmen afallamış duruma geldiler. Akhisar ise iyi oyununun meyvelerini epey iyi bir şekilde aldı. Tam devre böyle bitecek derken Beşiktaş'ta sahneye Oğuzhan çıktı. Olcay'a asistinden sonra bir de gol atması hem onun için hem de onun değerini bilmeyenler için iyi bir şey oldu aslında. İkinci yarı Beşiktaş gol atana kadar sürekli devam eden bir Beşiktaş baskısı vardı. Nitekim bu baskıyla beraber Almeida durumu 3-3'e getirdi. Bu dakikadan sonra ise nasılsa kaybedeceğimiz bir şey yok felsefesi ile hareket eden iki takımın maçını izledik. 45 saniye içinde iki takım futbolcularının da penaltı beklediği bir maçtı mesela. Topun gerçek anlamda bir o kalede bir bu kalede olduğu bir maçtı. Son dakikalarda başka gol olmayınca maç 3-3 sona erdi. Ama ciddi anlamda son zamanlarda izlediğimiz en keyifli maçlardan biriydi. El Clasico ile aynı anda başlayan bir maç olduğu için fazla takip edemem diye düşünmeme rağmen bu maçı daha bir zevkle izledim. Anlayacağınız haftanın en keyifli maçını da bu şekilde bitirdik.

ESKİŞEHİRSPOR 4-1 RİZESPOR



Haftanın belki de skor anlamında ve kazanan anlamında sürpriz maçlarından biriydi bu maç. 90 dakika izleme fırsatı bulamasam da özette bile hop oturup hop kalktığım bir maç oldu. Eskişehirspor belki de özellikle ikinci yarı sezonun en iyi oyununu sergiledi. Hücum kalitesinin yüksek olması ve artık yavaş yavaş ideal 11'lerini tam anlamıyla bulmaları takımı da rayına oturdu. Maça aslında iki takım da istedikleri gibi başlayamadı. Biraz daha defansif kurguya önem verdi ikisi de. Özellikle Rizespor maçın deplasmanda olması sebebiyle biraz daha çekingen ve saldırmayan bir görüntüdeydi. İlk yarı bu şekilde tatsız tutsuz geçerken sahneye Jorquera çıktı. Çok şık bir golle takımını öne geçirdi. İkinci yarı ise biraz daha risk alan Rizespor vardı. Gol için yüklendiği dakikalarda oyuna sonradan giren Kweuke'nin röveşata golüyle skoru 1-1 yaptı. Rizespor bu dakikalarda daha bilinçli oynaması gerekirken sadece 2 dakika sonra Erman Kılıç'ın müthiş golüyle maçta geri düştüler. Aslında biraz daha zaman geçse maçı rölantiye alıp buradan puan ve puanlarla ayrılabilirdi Rizespor. Ama bu fırsatı elinin tersiyle itti. Eskişehirspor resmen bu golle gaza gelerek art arda 3. ve 4. golleri de buldu. İkisi de çok şık ve önemli gollerdi. Son golde top çizgiyi geçti mi geçmedi mi tartışmalarına hakem golü vererek en doğru olanını yaptı. Kısaca bu zorlu maçta kazanan Eskişehirspor önemli bir galibiyet alarak çıkışını sürdürürken Rizespor için ise bu maçı bir iş kazası olarak nitelendirebiliriz.

TORKU KONYASPOR 0-1 BURSASPOR



Belki de tempo olarak haftanın en sıkıcı maçlarından birine şahit olduk. Bursaspor çok zorlanmasına rağmen Konyaspor deplasmanında 1-0 kazanmasını bildi. İki takım da aslında maça tutuk başladı. Kadro yapısı ve kalitesi bakımından Konyaspor'dan kat kat daha üstün olan Bursaspor sanki maça Konyaspor'a oranla daha kötü başladı. Konyaspor'un ilk yarıda Recep, Gekas gibi isimlerle etkili gelmeye çalışıp fazla bir pozisyon üretemediği bir gerçek. Bursaspor'da Batalla, Kazım gibi etkili isimlerle gelmeye çalışsa da öyle aman aman bir pozisyon bulamadılar ilk yarı. İkinci yarı ise Bursaspor'un golü daha çok isteyen taraf olarak sahaya çıktığını görüyorduk. Özellikle ikinci yarı ataklara Belluschi'nin katılması da bunda etkiliydi. Karşı karşıya bir sürü pozisyon kaçırmasına rağmen hücum bölgesine bir hareketlilik getirdiği gerçek. Konyaspor ise pek etkili değildi. Tam da bu dakikalarda Bursaspor'da Kazım'ın yerden pasını değerlendiren Ferhat şık bir golle takımını 1-0 öne geçiriyordu. Bursaspor iyi oyununun yanına iyi skor da ekliyordu. Bu dakikadan sonra ise biraz daha savunmaya çekilerek skoru koruyalım düşüncesi ağırlık bastı Bursa'da. Hal böyle olunca Konyaspor da rakip yarı sahayı daha kolay geçip, daha kolay pozisyona girmeye başladı. Özellikle 1-0 geriye düştükten sonra iki topunun direkten dönmesi ve atak oynamay devam etmesi iyi sinyaller. Ama bu oyunu sadece geride olduğu bir maçta değil, her maçta sergilemesi gerek. Kısaca Bursaspor bu zor deplasmandan önemli 3 puan çıkartırken, Konyaspor ise bu maçta da puan kaybı yaşayarak tehlikeli bölgelere inmeye başladı diyebiliriz.

KAYSERİSPOR 2-4 GALATASARAY



Bazılarının haftanın en zor maçı olarak görse de benim gayet kolay bir maç olacağını düşündüğüm maçı tam da tahmin ettiğim ve beklediğim gibi Galatasaray 4-2 kazandı. Galatasaray maç öncesi çok ilginç bir taktik deneyerek hem Umut hem Burak hem Sneijder hem de Drogba ile maça çıkmıştı. Mancini'nin sistemine ters bir şeydi bu kadar hücum oynamak. Ama ne hikmetse bunu tercih etti Mancini. Maça Galatasaray baskılı başladı. Bu baskı da golü getirdi. Sneijder'in golüyle erkenden öne geçti Galatasaray. Kayseri savunmasının yaptığı rezil hatayı affetmedi Sneijder. Tam maç bu seyirde devam ederken Galatasaray'ın 2. golü geldi. Türkiye Ligi'ndeki ilk golünü atan Chedjou skoru 2-0 yaptı. Bu dakikaya kadar rakip yarı sahaya bile gelemeyen Kayserispor ilk geldiği atakta penaltı kazandı. Karar kesinlikle doğruydu. Penaltıyı Mouche kullandı ve topu ağlarla buluşturdu. Ardından tam ilk yarı böyle bitecek derken Kayserispor Galatasaray savunmasının tabir-i caizse uyuduğu anlarda çok ilginç bir gol attı. Savunmadaki Chedjou - Dany ikilisinin amatör takımlarda bile yapılmayacak hatası birçok genç futbolcuya "Bunu asla yapmayın." konusu altında öğretilebilecek bir ders niteliği taşıyordu bir nevi. İlk yarı bu şekilde bitti. İkinci yarıya da Galatasaray daha seri ve hızlı ataklarla başladı. Burak yine ofsayttan bir gol bularak durumu 3-2'ye getirdi. Lig TV'nin bilgisine göre tam 16 cm ofsayt olduğu bilinen pozisyon golle sonuçlandı. Haftanın hakemler açısından en yanlış kararı buydu herhalde. Maçta son noktayı da Galatasaray'ın Fildişili yıldızı Drogba koydu. Kaleci Ertuğrul'un barajı yanlış ayarlaması, kendisinin de yanlış bir yerde topu beklemesi sonucu Drogba sonunda kariyerinin ilk frikik golüne imza attı ve Galatasaray'ın maçı 4-2 kazanmasını sağladı. Bu galibiyetle birlikte Galatasaray böyle zor bir deplasmandan 3 puanla ayrıldı. Zirve adına önemli bir galibiyet kesinlikle. Kayserispor ise bu oyunla ve zihniyetle sene sonunda kendini bu ligde bulamayabilir diye düşünüyorum.

KASIMPAŞA 3-2 TRABZONSPOR



Haftanın keyifli başka maçından biriydi Kasımpaşa - Trabzonspor maçı. Avrupa'dan yorgun biçimde dönmüş Trabzonspor ligin zor diyebileceğimiz Kasımpaşa deplasmanına gitti. İki takım da maçı almak istiyordu. Ama maça daha etkili başlayan taraf Kasımpaşa oldu. Maça süper bir golle başladılar. Kerem uzaktan süper bir gol attı. Onur'un pozisyonda ters ayakla yakalanması sonucu maça kötü başlayan Trabzonspor ne olduğunu anlayamadı bile. Bu pozisyonun etkisini bünyeden çabuk atmayı başaran Trabzonspor Henrique ile beraberliği buldu. Ama her ne kadar bu dakikalarda skor beraberlik gibi gözükse de maçta daha iyi oynayan ve maçı hak eden taraf Kasımpaşa idi. Daha sonra ileride Babel, Scariona ve Malki gibi adamları kullanmayı başaran Kasımpaşa etkili oyununu devam ettirdi ve 2. golü buldu. Adem'in golüyle Trabzonspor bir kez daha yenik duruma düştü. İlk yarı sahada kötü bir Trabzonspor vardır. Soyunma odasına bu şekilde gidildi. İlk yarıda kendi yarı sahasından çıkamayan ve çaresiz bir takım gibiydiler. İkinci yarıya daha özgüvenli başlasalar da Scarione'nin ustaca golü ile böylesine zor bir deplasmanda 3-1 yenik duruma düştüler. Trabzonspor Olcan ile frikikten süper bir gol bulsa da aslında maçın kırılma anı 2. golün sahibi Olcan'ın yanındaki adama değil de kendi kaleye gidip kaleye vurması oldu. Kaçan bu gol sonrası belki de beraberliği elinin tersiyle itti Trabzon. Zaten sonra oyundan kopmalar başladı. Trabzonspor'un stoperi Aykut Demir kırmızı kart görerek oyun dışında kaldı. Kasımpaşa belki de bu kadar iyi oyunu ilk defa sergiledi ve bu iyi oyun onlara galibiyetin yanında bir de 2.'lik getirdi. Trabzonspor ise tam 2 ay sonra resmi maçta mağlubiyet tattı.


Evet, işte Spor Toto Süper Lig'in 9. haftası bu şekilde geçti. Şu ana kadar ligin en çok gol atılan haftası olması da biz futbolseverleri ayrı bir keyiflendirdi. Şimdi de puan durumuna ve gelecek haftanın programına bakarak yazıyı sonlandıralım. 



Spor Toto Süper Lig'in 10. haftasında ise şu maçlar var :

Galatasaray - Konyaspor
Bursaspor - Fenerbahçe
Kayseri Erciyesspor - Kasımpaşa
Trabzonspor - Elazığspor
Rizespor - Akhisar Belediyespor
Beşiktaş - Karabükspor
Antalyaspor - Kayserispor
Gaziantepspor - Sivasspor 
Gençlerbirliği - Eskişehirspor


Devamını Oku »

28 Ekim 2013 Pazartesi

Sinan Kurt | Türk Reus?

Hiç yorum yok:
Kaleme aldığım ilk yazıda size altyapısıyla ünlenen Borussia Mönchengladbach’ın yeni cevheri Sinan Kurt'u tanıtacağım…

Sinan Kurt ile ilgili her ne kadar "Next X" gibi klişe bir söz ile bahsedilse de Alman futbol otoriteleri tarafından bir başka Gladbach ürünü olan Marco Reus’un veliahtı olarak gösteriliyor. Sadece sarışın görünümü ve fiziği ile değil oyun stili olarak da Reus’u andırıyor.


23 Temmuz 1996 doğumlu, Alman anne ve Türk babanın çocuğu olan Sinan, U12 ile birlikte Borussia Mönchengladbach altyapısına giriş yaptı. Küçük yaşta gösterdiği üstün yetenekleriyle U15’ten bu yana Alman Genç Milli takımlarında yer alıyor. Henüz 15 yaşında Gladbach’ın U17 takımına yükselen Sinan, U17 Bundesliga West’in geride kalan iki sezonunda istatistikleriyle göz kamaştırıyor (52 mac, 31 gol – 17 asist). Ödül olarak bu sezon öncesi Favre tarafından As takımın kampına davet edilen genç yetenek, şuan boy gösterdiği U19 Bundesliga’da çıktığı 9 maçta bulduğu 8 gol ile gelişiminin son sürat devam ettiğinin göstergesini sunmaya devam ediyor.


Şimdi gelelim oyun profiline; forvet, forvet arkası, sol açık, kısacası ofansif olarak her bölgede oynayabilen Sinan’ın en büyük özelliği top ile birlikte attığı hızlı deparlar. Bu özelliğini müthiş tekniği ve oyun zekası ile birleştirince rakip defansın adeta korkulu rüyası haline geliyor. Top ayağındayken ani karar verebilen, yeri geldiğinde çalım ile mesafe kat eden ama gözünü her zaman boş pozisyonda bulunan takım arkadaşına endeksleyebilen bir oyuncu. Gol yollarında etkili, kendisini unutturup boş alana kaçmasi ve muazzam sol ayağıyla gönderdiği füze ve plaseleri de es geçmemek lazım. Özel fizik calışması uygulayan Sinan, üstün bir fiziğe sahip olmasa da ayakta kalmayı becerebiliyor. Geliştirmeye devam ettiği bir başka unsur da zayıf kalan sağ ayağı. Belki de en büyük sorunu mental yapısı. Çekingen yapısı ile dikkat çeken Sinan, maç içinde motivasyonunu kaybedip bir anda oyundan kopabiliyor. Son aylarda her ne kadar bu konuda gelişim gösterse de, öz güven ve özverisini daha üst seviyeye çıkarması lazım.


Oynadığı ilk U19 maçında attığı gol için tıklayınız...

Yakın zamanda Bundesliga’nın yeni yetenekleri arasında göreceğimizden şüphe duymadığım Sinan, şimdiden büyükleri peşinden koşturuyor. Sezon öncesi transfer teklifinde bulunan Avrupa kulüpler; Arsenal, Liverpool, Valencia, Paris ve FC Porto. Bunlara Türkiye‘den Galatasaray’ı ekleyebiliriz. Kulislerde konuşulana göre, Erdal Keser’in tavsiyesiyle Fatih Terim’in listesine giren 17 yaşındaki gurbetçiye, Türk ekibi 1 Milyon € bonservis önerdi. Gladbach’ın geleceğindeki planları içinde bulunan Sinan’ın satılmaması sürpriz olmasa gerek.

Milli Takım konusu: U15’ten itibaren Almanya Milli takımlarında görev alan Sinan, şuana kadar Türkiye’den gelen davetiyeleri geri çevirdi. Alman annesi ile birlikte yaşayan Sinan’ın, Alman kültürüne yakın olduğundan Alman Milli takımına yönelmesi daha muhtemel.
Devamını Oku »

27 Ekim 2013 Pazar

Klopp: Dortmund'un, Ferguson'u olmayacağıma eminim

Hiç yorum yok:


Klopp, Bundesliga hakkında: Oldukça havalı bir lig, her hafta daha zor ve daha eğlenceli. Çoğu yönden Premier Lig’e benziyor. Ayrıca uluslararası arenada da güçlü olabilmek bizim için önemli. Bundesliga'dan bir sürü takım Şampiyonlar Ligi ve Avrupa Ligi’nde, her gün daha iyiye gidiyoruz. Nereye gideceğini göremeyiz henüz ama şu anda harika gidiyor. 

Klopp, Guardiola hakkında: Şaşırdım ama dört gözle bekliyorum. Onun başarılarına sahip koçlarla tanışmak için hep sabırsızlanırım. Medya bala saldıran arılar gibi Pep'le ilgili konuşuyor doğal olarak. Göreceğiz. Bayern'le karşılaşınca onları yenmeye çalışacağız tabi ki. 

Borussia Dortmund’un oyuncularını kaybetmesi hakkında: Bizim verdiğimiz imkanları verebilecek çok fazla kulüp yok. Tamam parasal konuda bizi geçebilirler ama buradaki tüm paket, futbol, takım, koç fena değil, hepsi bu paketin içinde. Ama tabi ki bazı kulüpler bizden daha seksi. Her oyuncunun kendine göre bir gelecek planı var. Shinji Kagawa harika bir insan ve oyuncu. Sakatlık sorununu aşınca herkes ne kadar harika olduğunu görecek. O bir bomba gibi. 

Klopp geleceği hakkında: Dortmund'un Alex Ferguson'u olmayacağıma eminim, kendimi 69 yaşında yedek kulübesinde görmüyorum. Başka deneyimler yaşamak istiyorum ama Premier Lig'de çalışıp çalışmak istemediğimi bilmiyorum, bekleyip göreceğiz. Eğer benim zamanım olursa, beni koç olarak isterlerse ve benim koç yardımcılarımı kabul ederlerse olabilir belki. Şu an bunun için vaktim yok. Futbolu çok seviyorum ama belki bir gün; Dortmund ''çok güzel zaman geçirdik ama artık seni istemiyoruz'' der ama şu anda başka bir şey düşünmüyorum.

Not: Klopp’un 2013 yılı Şubat ayında BBC’ye verdiği röportajdan alınmıştır


Devamını Oku »

26 Ekim 2013 Cumartesi

Fenerbahçe Oynuyor Abi !

Hiç yorum yok:
Herkese bir yazı ile daha merhaba. Bugün akşam oynanan Fenerbahçe maçını yazmaya çalışacağım. Öncelikle akşamki oyunla birlikte birçok Fenerbahçe taraftarının bir şeylerin değiştiğini ve takımın rayına oturduğunu düşündüğünü belirtelim. Gerçekten Fenerbahçe özellikle ilk yarı muhteşem bir oyun oynadı diyebiliriz.



Maç çok iyi başladı diyemeyiz aslında. Maçtan önce futbolcular veya teknik heyet konusunda bir sıkıntı yoktu kesinlikle. Ama bilindiği gibi hafta içi vefat eden 1461 Trabzon'un teknik direktörü Kadir Özcan için saygı duruşunda bulunurken yapılan saygısız tezahüratlar ve ıslıklamalar terbiyesizliği son noktasıdır. Tabi bunu kesinlikle belli bir kesime indirgemiyorum. Ama o ıslıklamaları ve tezahüratları yapanların da terbiyesiz olduklarını ve ölüye bile saygısı olmadıklarını anladık akşam. Çok yazık. Daha çok işimiz var bu anlayışla.

Maça aslında çok iyi başladık. Çıkan kadroda Alves'in riske edilmemesini düşünürsek ve Ersun Hoca'nın klasik Cristian tercihini bir kenara bırakırsak beklenen ve doğru bir kadro ile çıktı sahaya Fenerbahçe. Maçın ilk dakikasından itibaren baskılı futbol izlettirdiler. Özellikle Alper - Caner - Emenike gibi koşan, pres yapan ve baskılı oynayan 3 ismin de 11'de başlaması ister istemez bu tempoyu getirdi bize. Nitekim tempo ile birlikte gol de geldi. Ofsayt var mı yok mu tartışmaları adı altında Alper'in ortasında Emenike'nin kafa golü ile Fenerbahçe maça çok daha rahat bir şekilde başladı diyebiliriz.

Fenerbahçe Antep takımına top göstermedi diyebiliriz aslında ilk yarı. Hücuma çıkışlarda bile çok rahat top çeviren, pasla çıkan ve koşu mesafesini dengede tutabilen bir takım izliyorduk. Gaziantep ise Traore ile etkili ataklar geliştirmeye çalışsa da bu dakikalarda savunma yerinde müdahaleler ile kalede çok büyük tehlikeye izin vermiyordu Fenerbahçe'de.

Maç yine bu şekilde aynı tempoda ve hızda giderken Fenerbahçe, tıpkı bir Brezilya takımı gibi, hatta o meşhur tabirle "Tiki taka tiki taka" golü attı. Öyle bir goldü ki o hücumda neredeyse topa dokunmayan adam kalmadı. İyi bir goldü. Pas yapma açısından, pozisyonu takip etme açısından kısaca her türlü hazırlanış bakımından atılabilecek en iyi gollerden birine imza attı. İlk yarı bittiğinde ise Fenerbahçe'nin tek kale oynadığını ve Antep'in kaleye isabetli şutu olmadığı bir 45 dakikayı geride bıraktığımızı söylüyorduk. Ayrıca Alper Potuk gibi Türk futbolunun ve Fenerbahçe'nin gelecek yıldız adayını da görmüş ve takdir etmiş oluyorduk. Kısaca Fenerbahçe ilk yarı bu sezonun en iyi futbolunu oynadı da diyebiliriz.

İkinci yarıya anlayamadığım bir şekilde Fenerbahçe kötü başladı. Yani kötüden kastımız aşırı derece rölanti oynuyorlardı. Antep ise bu rölanti oyun karşısında biraz daha cesaretlendi. Belki maçı çeviririz düşüncesini benimsemiyorlardı ama yine de gol için yükleniyorlardı. Nitekim Fenerbahçe'nin asıl eksisi de burada ortaya çıkıyordu. Fenerbahçe maçta aşırı rahata kaçmamalıydı. Bunun en kötü sonucunu ligin ilk haftasında Konya maçında yaşamıştı aslında. Bu maçta da belki de saha içinde "Beyler kendinize gelin." diyebilecek bir adam olmadığı için bu rahatlığa fazlasıyla kaçtı ve kalesinde golü gördü. Golde ise Antep takımının bireysel çabası ve gayreti yanında Fenerbahçe savunmasının ve özellikle kaleci Volkan'ın evlere şenlik durumunu da göz ardı etmemeliyiz tabi ki.

Bu dakikadan sonra ise işler zora girdi. Daha önceden oyuna giren Alves, biraz olsun savunmayı toparladı. Ersun Yanal skorun da verdiği rahatsızlıkla mecburen oyuna Salih'i almak zorunda kaldı. Aslında doğru bir değişiklik değil tam olarak. Bana göre Salih tempoyu yükseltmek adına gol yemeden önce Cristian'ın yerine girmeliydi. O ise gol yedikten sonra Alper'in yerine girdi. Açıkçası orta alanda Salih - Alper ikilisini görmeyi isterdik ama olmadı. Zaten Salih'in oyuna girmesiyle beraber, Fenerbahçe'nin 3. golü de geldi. Salih'in asistinde Emenike'nin attığı gol Fenerbahçe'nin maçı almasını sağlıyordu.


Maç içerisindeki bazı dikkat çekilen yönler de vardı. Her iki takım için de. Öncelikle Salih'i yaptığı bu asist nedeniyle tebrik edelim. Gelişecek. Gelişerek daha da iyi olacak hem de. Fenerbahçe'ye, Türk Milli Takımı'nı temsil edecek. Avrupa'ya da gidecek. Buna inancımız tam. Onu durduk yere saçma sapan şekilde asıp kesenlere inat bunları yapacak ve Türk futbolseverleri sevindirecek.

İkincisi ise akşam Webo'nun 11'de başlamaması belki de Fenerbahçe'nin hücum gücünü daha da güçlendirdi. Webo hücumda pas yapmayı sevmeyen ve topla birlikte koşamayan bir forvet. Bitirici dediğimiz tipte. Ama Fenerbahçe Webo'ya göre oynayamıyordu. İlerde oluşan Kuyt - Sow - Emenike 3'lüsü daha da iyi iş yapacak Fenerbahçe'de. Bu bağlamda Fenerbahçe'nin maçlara bu şekilde çıkması çok daha iyi oluyor.

Son olarak da Antep'in her ne kadar son 2-3 haftada formda gibi görünse de formsuzluğu diplerde. Transferin son günlerinde yapılan transferler de geçici çözüm. Sadece Strinic transferinin uzun vadede başarılı olacağını düşünüyorum. Ayrıca Muhammet Demir gibi bir gencin de ligde artık nerdeyse Antep'in değişilmez oyuncusu olması da bizi futbolseverler olarak ayrı bir sevindiriyor.

Fenerbahçe'nin maçı almasının en büyük etkenlerinden biri de kuşkusuz Ersun Yanal ile birlikte gelen koşu mesafeleri. Son olarak bunları paylaşıp size veda ediyorum. 



Herkese iyi günler. 
Devamını Oku »

Küllerinden Doğmak

Hiç yorum yok:
Öncelikle herkese merhaba.Bu yazımda Fenerbahçe Ülker-Barcelona maçını yorumlayacağım.Bildiğiniz üzere 2 takım dün saat 20:00'de Fenerbahçe Ülker Sports Arena'da karşı karşıya geldi.Bu harika maçı Fenerbahçe Ülker 75-70 kazandı ve grupta 2'de 2 yaparak liderliğini korudu.

Maça Fenerbahçe Ülker Kenan Sipahi-Melih Mahmutoğlu-Bojan Bogdanovic-Nemanja Bjelica ve Gasper Vidmar beşi ile başladı.İlk çeyrekte Bogdanovic ve Bjelica ile etkili olan Fenerbahçe Ülker ilk çeyreği 24-17 önde kapadı.2.çeyrekte Kleiza'nında devreye girmesiyle özellikle boyalı alanda sayılar bulan Fenerbahçe Ülker ilk yarıyı 44-35 önde geçti.





2.yarının başında ise Barcelona farkı kapatmak adına daha etkili bir oyun sergiledi ve farkı 2'ye kadar indirdi ama Bo McCalebb Kleiza ve Bogdanovicin skorer oyunlarıyla 14-0 lık bir seri geldi ve Fenerbahçe son çeyreğe tam 14 sayı farkla 66-52 önde girdi.Maçın son çeyreğinde ise Fenerbahçe Ülker hücumda adeta tıkandı.Son çeyrekte bi an fark 16'ya kadar çıksa da Barcelona farkı ikiye kadar indirdi.Maçı bitiren adam ise Bo McCalebb oldu.Maçın bitmesine tam 8 saniye kala Bo McCalebb kendisinden tam 30 cm uzun olan Tomic'e pota altındayken atılan pası aldırtmadı yetmedi birde faul aldırdı ve Maçı 75-70 kazandık.Maçta Barcelona'nın oyuncularımızı ara sıra sinirlerine hakim olamayıp çelme,itme,çekme gibi sportmenliğe aykırı davranışlarda bulunduğunuda gördük.Ayrıca hakem üçlüsü maçın son saniyelerde hakkımız olan bir topu vermeyip maçı kaybetmemize dahi sebep olabilirdi ama bunlara rağmen kazandık.
Maçın adamı 22 sayı atan Kleiza oldu



Bu kısım maçın bilinenleriydi.Kendi yorumlarıma gelirsek hatırlayacaksanız Fenerbahçe Ülker geçen sezonda F4 için yola çıkmış ve yine Barcelona ile karşılaşmıştı ama hem içerde hem dışarda adeta hezimet yaşamıştık.30-40 farklarla mağlup olmuştuk ama bu sezon başa geçen Obradovic,onun düzeni ve yeni transferlerle Fenerbahçe Ülker bambaşka bir takım oldu çıktı.Fenerbahçe bu sezon oynadığı 8  resmi maçtanda galip ayrıldı.(3 Türkiye Kupası 2 Euroleague 2 Lig 1 Cumhurbaşkanlığı Kupası).Hücum yönüyle olsun savunma yönüyle olsun tam bir Obradovic takımı olma yönünde ilerliyor Fenerbahçe Ülker.Geçen sezon özellikle savunma kısmında çok eleştirilen Bo McCalebb ve Emir Preldzic bu yıl savunmalarıyla takdir topluyorlar.Diğer yandan sezon başında eleştirilen Zoric ve Bjelica'nın son maçlarda ne kadar etkili oynadığıda göze çarpmıyor değil.Ayrıca Fenerbahçe Ülker yumuşak ve pes eden bir takım olmaktanda kurtuldu.Geçen sezon ilk yarıda 10 farkla bile geriye düşşe maçı hemen salan,bitiren ve pes eden bir Fenerbahçe Ülker vardı fakat Fenerbahçe bu sezon adeta küllerinden doğdu.Rakibini savunmasıyla bunaltan hücumuyla yıpratan bir tarz ile oynuyor,rakibiyle adeta kavga ediyor. Bunun bir örneği  olarak gruptan çıkmasına kesin olarak bakılan Barcelona'nın geriye düşmesini sindirememesi ve oyuncularımıza çoğunlukla hakemin görmediği noktalarda sert müdahalelerde bulunmasını gösterebiliriz.Ama buna rağmen oyuncularımız sakin kalmasını bildi ve güzel bir zafer kazandı.






Taraftara da ayrı bir parantez açmak gerek.Dün akşam Fenerbahçe Ülker Sports Arena'da tam 13.500 kişi vardı ve uzun zaman sonra taraftar maçın içindeydi.Top rakipteyken,aleyhte çıkan kararlarda rakibin attığı faullerde vs her zaman rakibin ve hakemlerin elini titretti.Fenerbahçe Ülker Euroleague'de önümüzdeki hafta yine Fenerbahçe Ülker Sports Arena'da CSKA Moskovayı ağırlayacak.




Kısaca özetleyecek olursak Fenerbahçe Ülker koçuyla,taraftarıyla,oyuncusuyla,mücadelesiyle bambaşka geliyor.Tek Hedef F4!






Fenerbahçe Ülker Detaylı İstatistik via(Euroleague.net)






Maçı izlemeyenler veya tekrar izlemek isteyenler için Fenerbahçe Ülker-Barcelona

http://www.multiupload.nl/F6GWR1CQ18 


multiupload.nl/BYUD7W99TS  via(@fenerama)














Devamını Oku »

24 Ekim 2013 Perşembe

Fransa'da kriz

Hiç yorum yok:
Fransa'da meclis, yılda 1M €'dan fazla geliri olanlara %75 vergi getirilmesini öngören maddeyi kabul etti. Bu madde en çok futbol kulüplerini kızdırdı. Zira bu verginin Fransız kulüplerine toplam maliyeti yaklaşık 45M €.



Verginin kulüplere toplam maliyeti


Daha önce belirttiğimiz gibi bu verginin kulüplere toplam zararı yaklaşık 45M €. Bu karar Ligue 1'den 14 takım'ı ilgilendiriyor. Diğer 6 kulüp ise fazladan vergi ödemeyecek. En çok zarara uğrayan kulüp Psg, bu verginin son şampiyona maliyeti yaklaşık 20M €, ama Lyon, Marsilya veya Lille kulüplerinin aksine kulüp yetkilileri bunu fazla dert etmiyor. Kulübün maddi durumu gayet iyi. 
Psg'yi 5,3M € vergi ile Marsilya takip ediyor. Ardından 4,9M € vergiyle Lyon geliyor. Bu iki kulüp bu durumdan oldukça şikayetçi ve bu kararın tekrar gözden geçirilmesini istiyorlar. En karlı takim ise şampiyonluğun bir diğer adayı Monaco. Fazladan vergi ödemeyecekler. Zira Monaco Fransa'da değil bu yüzden devlete vergi ödemiyorlar.

Grev kararı


Bu karara karşılık Fransa Profesyonel Kulüpler Birliği'nden (UCPF) açıklama geldi. Fransız futbol kulüplerinin 29 Kasım ve 2 Aralık tarihlerinde, Fransız hükümetinin aşırıya kaçan vergilendirme uygulamasını protesto etmek üzere greve gideceğini açıkladı. UCPF Başkanı Jean-Pierre Louvel'in yaptığı basın toplantısında "Kasım ayının sonu Fransa'da futbolun oynanmadığı bir hafta olacak" dedi. Bu açıklamanın ardından, Başbakan François Hollande, haftaya bu kararı konuşmak için futbol federasyonu yetkilileriyle bir araya gelecek.

Şahsi fikrim; bu kararın değişeceğini pek sanmıyorum. Fransa devletinin yüksek miktarda bir borcu var ve bu vergiyle birlikte yaklaşik 20 milyar € toplamayı hedefliyor. Geri adım atacaklarını sanmıyorum açıkcası.
Devamını Oku »

23 Ekim 2013 Çarşamba

Abartmayı Seven Bir Ülkeyiz

2 yorum:
Herkese iyi akşamlar. Bu blogda uzun bir aradan sonra sizinle beraberim. Başlıktan da anlaşılacağı üzere abartmayı seven bir toplum olduğumuzu ve bunu spora yansıttığımızı düşünüyorum ve bunları anlatmayı planlıyorum.

Her şeyden önce bilinmesi gerekilen şey herkes gibi ben de bir takım taraftarıyım. Fenerbahçeliyim. Ama bu yazıyı Galatasaray düşmanı olduğum için falan yazmıyorum. Bu yazıda konu Galatasaray'ın Kopnehag maçı olacak. Evet. Ama takım Fenerbahçe de olsa Beşiktaş da olsa bu yazı yazılacaktı. Çünkü insanlar göz göre göre kandırılıyor. Normal bir şeyi olduğundan fazla abartarak olağandışı yapabilen ender ülkelerden birisiyiz. Bu durumdan şikayetçiyim. Nacizane ben hatırlatmamı yapayım dedim. Buyrun başlıyorum yazıya.


Öncelikle şu dakikalarda Galatasaray 3-0 yeniyor Kopenhag'ı. İyi güzel, oraya girmiyorum. Tebrik edelim. Ama şu anda sosyal ortamlarda özellikle Twitter'da aşırı derece bir abartma söz konusu. Bakın Türk takımıdır bir şey diyemem. Yenmeleri iyi hoş. Herkesin ne yaptığı kendine. Beni ilgilendirmez. Ama bir takımın oynadığı oyunu bu kadar abartmak gerçek futbolseverleri ve insanları kandırmaktan başka bir şey değildir. Örnek vere vere gidicem. Biraz daha kolay ve rahat anlaşılır olsun diye. 


Örneğin Galatasaray şu anda grubun en zayıf halkasını evinde 3-0 yeniyor. Tamam. Daha grup kuraları çekildiğinde birçok kesim "Kopenhag'ı ezeriz, geçeriz." demişti. Hatta ki Galatasaray'ın Real Madrid maçında hazırladığı kareografide Kopenhaglı bir fubolcunun bile olmaması o takımın Galatasaraylılarca ne kadar küçük düşürüldüğünü gösteriyor. Sonra aynı Galatasaray Kopenhag maçı öncesinde yine "Bu takım kim?" şeklinde yine rakiplerini küçümsediler. Maç başladı. 1 gol geldi, 2 gol geldi, 3 gol geldi. He işte tam da bu zamanda 3. gol geldiğinde aşırı şekilde bir abartı ile "Bu Galatasaray bu gruptan güle oynaya çıkar." yorumları başladı. Bende aslında futbolu düşünen ve futbolu futbol için bakan herkesin kayışları koptu. Kopmalıydı.


Rasim Ozan Kütahyalı'nın Haydaaaa'sı gibi oldum. Hatta kendi kendime "Ben hangi maça bakıyorum?" sorusunu bile sorma gereği hissettim. İnanamadım diyebiliriz bir nevi. Sebebi belli. Daha düne kadar bunlar kimmiş dediğin takımı 3-0 yeniyorsun ve maç sonunu bile beklemeden abartının babasını yaparak hem de "Bu gruptan çıkarız. Aslanlarım benim." gibi şeyler söylüyorsun. E nasıl bir yaman çelişkidir bu ? Tamam tabi ki sevin. Ona bir lafım yok. Sevineceksin de zaten. Sevinmezsen bir garip olur. Ama bunu yapmayın be.


Gruptan çıkarız demen için senin daha 40 fırın ekmek yemen lazım be koçum ! Önce Real Madrid'ten 6 yememeyi öğreneceksin aslanım. Kopenhag gibi Şampiyonlar Ligi'nde olmayı hak etmeyen takımları yenerken fazla gaza gelmeyeceksin. 


Sonra, takımdaki futbolcular hakkındaki o güzel, mükemmel (!) yorumlar akmaya başladı timeline'da. Timeline dediğim de Twitter'ın ana sayfası. Aman aman neler söylüyorlar. Daha düne kadar futbolcularına ana avrat söven, stadında oyundan çıkarken ıslıklayan, "Bu adamlar milyon dolarları kazanıyor ama beceriksizler, oynayamıyorlar." diyen adamlar şimdi tribünlerde sevgi yumağı oluşturmuşlar. Amaaaan. Ne duygusal. Arkadaşım bu ülkede fazla karamsarlık da fazla iyimserlik de kötü şeyler. Bunu anlatamadık, anlatmak da zor olacak bizim millete.


Örneğin Galatasaray'a geldikten beri sahaya hiçbir şeyini koyamamış Sneijer Kopenhag gibi Avrupa arenasının başarılı (!) ekiplerinden birine gol atınca kral oluyor. Yıldız oluyor. Bu sadece bir örnek. Örneğin yine Burak. Takım iyiyse otomatikman Burak da iyi oluyor ve taraftar onu bağrına basıyor. Ne duygusal değil mi?


Benim anlatmaya çalıştığım olay abartılmanın ülkemizde aşırı derecede yapılmasıdır. Evet, Galatasaraylı değilim. Fenerbahçeliyim. Ama bu yorumu Galatasaray'ı sevmiyorum diye vs falan yapmadım. Bu akşam Kopenhag'ı 3-0 yenen Fenerbahçe olsaydı yine bu yazıyı yazma gereği hissederdim kendime. 


Sözlerimi bitirirken bu yazıyı bi nebze olsun içimi dökme gibi de algılayabilirsiniz. Herhangi bir takıma karşı nefretimden dolayı değil, Türkiye'de her alanda olan sistemsizliğin bir parçası olan aşırı abartılmayı anlattığım için içimi döktüm diyebilirim. Herkese iyi akşamlar diyerek yazımı tamamlıyorum. 
Devamını Oku »

21 Ekim 2013 Pazartesi

Fenerbahçe Ülker-Anadolu Efes

Hiç yorum yok:
Kritik dört maçlık bir dönemeç olarak adlandırdığım serinin ikinci ayağında Fenerbahçe Ülker, Anadolu Efes’i 84-65 mağlup etti. İlk çeyrek hariç maç beklentilerime paralel gitti ve Fenerbahçe Ülker nispeten maça rahat bir şekilde noktayı koymayı bildi.

Fenerbahçe Ülker, hafta içi Budivelnik Kiev karşısında maçı ilk üç çeyrek geride götürmüş ve Zeljko’nun istediklerini ancak son çeyrekte parkeye yansıtabilmişti. Arada sadece üç günlük bir zaman farkı olmasına rağmen takımın birbirine daha fazla alışması ve rollerin ardındaki buğunun biraz daha aralanması, kriz döneminin üç çeyrek değil de sadece bir çeyrek sürmesini sağladı. Maç içindeki oyuncu performanslarında ve buna bağlı olarak takım performansın da dalgalanmalar olması oldukça normal. Sadece zaman ilerledikçe maçın başlarında yaşanan kriz döneminin muhakkak kısalacağını belirtmek gerek. Bu noktada olaya farklı bir boyut kazandırarak Kiev maçındaki kriz süresinin Efes maçından daha uzun olmasının en büyük sebeplerinden ikisinin, Ukrayna ekibinin doğru ve yüzdeli dış şut tercihlerine nazaran Efes’in de bir o kadar yanlış haliyle de yüzdesi düşük dış şut tercihleri olduğunu not düşelim. 


Fenerbahçe Ülker kabuk değiştirmeye çalışan, yenilenen bir ekip. Takımınızın başında her ne kadar Zeljko olsa da zihniyet değişimi yapılması planlanan basketbol takımlarında, savunma setleri oturana dek oyun hücum planları üzerinden yürütülmeye çalışılır. Fenerbahçe Ülker’in en azından şimdilik bu bağlamda geçer not aldığını söylemeliyim. Hücum performansı açısından kafama takılan tek nokta ise; geçen hafta Galatasaray Liv Hospital’ın başarılı dış şut yüzdesiyle perişan ettiği Oktay Mahmuti’nin yanlış 1-3-1 savunmasına, Fenerbahçe Ülker’in neredeyse başarılı hücumunun olmaması. Bu durumu maçın artık kopma noktasına gelmesine bağlayanlara ancak belirli bir yere kadar hak verebilirim gerisi laf-ü güzaf olur. Unutmadan eğer Mahmuti 1-3-1 zone’da bu kadar ısrar edecekse, bu durumun Efes’n aleyhine olacağını ve takımda 1-3-1 savunmasına uygun oyuncu profilinin neredeyse olmadığını belirtelim.

Anadolu Efes’ten bahsetmişken onlarla devam edelim istiyorum. İşlerin iyi gitmediği ve Kerem’in sakatlığının da takımı oldukça olumsuz etkilediği çok net bir biçimde ortada. Belki ligde ilk iki hafta karşılaştığı ekiplerin ligin en iyi iki takımı olması bu intibayı doğuruyor olabilir ancak ben olayın farklı bir noktada olduğu kanısındayım. Açık konuşayım, Efes’in ligdeki önemli maçlarda Kerem dışında ciddi yerli katkısı alabileceği oyuncusu olmadığını düşünüyorum. Kadro mühendisliğinin bu kadar kötü yapılması akıl karı değil. 


İki takımın da alması gereken çok mesafenin olduğu açık ancak bu yolda ilerlerken Fenerbahçe Ülker’in çok daha doğru adımlar attığı ve taraftarını takıma inandırdığı bir gerçek. Taraftar demişken artık o salonun daha etkin kullanıldığını görmek çok önemli fakat yeterli olmadığı su götürmez durumda. Fenerbahçe Ülker oyun anlamında ilerlemeye çalışırken seyircisinin de artık basketbol salon kültürü anlamında ilerlemesi gerek keza ilk adımlar oldukça olumlu.

Bir iki satır da efsane için yazmazsam ayıp etmiş olurum. Tüm salon ‘’Obradovic’’ sesleriyle inlediğinde kollarını iki yana açtıktan sonra benchi göstermesi neden bu kadar büyük bir basketbol adamı olduğunun en büyük göstergesi diye düşünüyorum. Ülke basketbolu adına korkunç derecede yanlışların yapıldığı bir ortamda Zeljko Obradovic pamuklara sarılıp korunulması, hiç kimseye verilmediği kadar değer verilmesi gereken bir insan.
Devamını Oku »