8 Eylül 2013 Pazar

O MİLLİ RUH GELECEK !

Malum milli maç arası. Lig yok. Ama ligden çok daha konuşulacak şeyler yaşandı bu hafta. Olimpiyatlar, Avrupa Basketbol Şampiyonası, Türkiye-Andorra maçı derken aslında hepimizin aklına bir şey geldi: Milli Ruh

Aslında milli ruh derin bir şeydir. Derin bir kavramdır diyelim. Öyle hop diye milli ruhu yakalayamazsın. Ama içindeki o milli ruh hep vardır. Ya da olmalıdır. Bazen uyur, bazen coşar, bazen hiçbir şeyi umursamaz. Ama içindedir o. Hep vardır.




Hatırlayın 2002'yi. Hatırlayın o unutulmaz maçları. Mesela gruptaki Çin maçı. Mesela Japonya maçı, Senegal maçı, Güney Kore maçı. İşte bu maçlar sayesinde milli ruhu belki de o zaman ilk defa bu kadar coşkulu şekilde yaşadık. İlhan Mansız'lar, Hasan Şaş'lar, Hakan Şükür'ler, Ümit Davala'lar, Rüştü Reçber'ler, Şenol Güneş'ler ve daha niceleri. Hepsini bu turnuvadan sonra ayrı bir sevdik. Hepsi ülkemizin çocuğu oldular. Gururumuz oldular. Bize o sevinci, coşkuyu, heyecanı yaşattıkları için hepsiyle ayrı ayrı gurur duyduk. Hocamızla da öyle. Kısaca yaşayan bilir. Harika duygular yaşamıştık. Ve işte o duygular bizim içimizde saklı olan milli ruhumuzdu. 





Ve sonra yine. Hatırlayın bu sefer 2008'i. Avrupa Futbol Şampiyonası'ndaki başarımızı hatırlayın. Maçta geriye düşüp maçı çeviren milli takımımızı düşünün. Oyuncuların yüzündeki o hırsı, isteği, başarıya aç hallerini unutmak mümkün müydü ? Nihat'ın pes etmeyişini, Tuncay'ın hırsını, Rüştü'nün Hırvatistan maçında golü yedikten sonra "Tamam beyler. Toparlanın daha 1 dakika var." demesini, Semih'in "Hiçbir şey bitmedi ulan." dermişçesine attığı golü gördü bu gözler. O anlara şahit oldu. Spikerin delirmiş şekilde bağırmasını, Rıdvan Dilmen'in maçlarda kendinden geçip "Yapma yapma" demesini duydu bu kulaklar. Kısaca milli ruhun babası yaşandı bu turnuvada. Daha da Dünya'da böyle bir turnuva olamaz. Böyle bir takım çıkamaz.




Takvim yaprakları 2010'u gösteriyor bu sefer. Basketbol milli takımımız Dünya ikincisi oluyor. Muazzam bir başarı. Finalde de basketbolun devi Amerika'ya kaybediyorsun. Gayet normal bir sonuç yani. Her Türk gibi milli duygularımızı o maçta da gösterdik. Spikerin "Kerem Tunçeri, Kerem Tunçeriiii" demesi bile hala aklımızda. Yunanistan'ı, Rusya'yı, Sırbistan'ı yenerken o inanç oyuncularımızın, teknik heyetimizin, en önemlisi de tüm Türkiye'nin gözlerinden okunuyordu. Sevinç çığlıkları da o inancın gerçeğe dönüştüğünün ispatıydı. Sırbistan maçının son saniyesinde Semih Erden'in blokladığı o top bile insanın aklına geldikçe duygulanmasına sebep oluyor. Bu turnuvada öyle kolay kolay gelmez bir daha. 




Yukarıda anlatılanlar belli. Bunlar çok büyük başarılardır. Ve 3 olayda da milli duygular ön plandaydı ve bu duygu sayesinde belki de bu kadar çok yol yürüdük. Ama milli duygu başarıya endeksli bir şekilde olmamalı. Sonuçta Milli Takım bu. Kötü de olabilir, iyi de olabilir. Nasıl bir kulüp takımına sıkı sıkıya bağlıysak Milli Takım'a da o derece bağlanmalıyız. Evet, itiraf ediyorum. Belki Milli Takım'a bu kadar bağlı biri değilim ama ben de yanlış yapıyorum. Sadece ben değil birçok kişi. 

Ülken için oynaman, mücadele etmen, o formayı terle ıslatman paha biçilemez duygudur tabi ki. Bu duyguyu en iyi Milli Takım için ter döken sporcular bilir. Ama onların başarısızlığında "Ben bunları umursamıyorum." demek önce o sporculara sonra da ülkene saygısızlıktır. Bu milli takım her zaman bizim. Sadece başarılı olduğumuzda sahiplenmemiz gerekilen bir şey değil. Her zaman koruyup, sahiplenmemiz gereken bir şeydir Milli Takım. 




Şu anda ülkemizde en çok rağbet gören iki spor branşının Milli Takımlar seviyesine bakalım. Futbolda bir aralar "Biz bu gruptan 1. çıkarız be abi." bile dediğimiz Dünya Kupası Elemeleri grubunda 4. sıradayız. Rakibimiz olamayacak takımlara karşı oyun anlamında kötüyüz. Grubumuzda Romanya, Macaristan ; hazırlık maçlarında da Letonya, Gana, Slovenya gibi takımları yenemedik. Oyuncularda ruh denen duygu sıfır. Tabi haliyle taraftarlarda da. Basketbolda 2010'daki ikincilikten sonra elle tutulur bir başarımız yok. Günümüze baktığımızda çok değil daha dün akşam "Kupayı alırız belki." dediğimiz Avrupa Basketbol Şampiyonası'nda gruplardan çıkamadık. Evet koca bir yazık ve koca bir başarısızlık olduğu bir gerçek. Bunun tek sorumlusu da oyuncular ve teknik ekiptir. Taraftarlarda bir suç aramaya gerek yok.




Bu iki başarısızlığa tabi ki üzüleceğiz. Zaten aksini yapan insanın Türklüğünden şüphe ederim. Sadece üzülmekle olmaz, eleştireceğiz de. Veya gerektiği zaman bazılarını öveceğiz de. Bu Milli Takım'ın başında her zaman Tanjevic olmayacak. Bu Milli Takım'ın başında her zaman Fatih Terim olmayacak. O yüzden eleştiri yaparken de seviye mutlak suretle şart.

Hele hele bir oyuncunun -her ne kadar bu twitleri bir yakınına attığını söylese de- Milli Takım yenildikten sonra saçma sapan twiter atması ve bu twitlerin anlam içeriğinin yok denecek kadar az olması çok büyük bir üzüntü kaynağıdır biz Türkler için. Takımı eleştirmek ayrıdır, o takımla dalga geçmeye varacak kadar ağır şeyler yazmak ayrı bir şeydir. Bu ayrımı yapamıyoruz ama. Akşam sahadaki Hidayet, Ersan, Oğuz veya daha niceleri iyi oynamamış olabilir ama onlara saçma şekilde karşılık vermek en önce arkadaşlarına saygısızlıktır be.


O adam önce "Neden kadroda değilim?" diye öz eleştiri yapabilmeli. Oyunumu geliştirip, milli takımıma hizmet etmeliyim diyebilmeli kendine. Ha kendisinin çok iyi olduğunu düşünüyorsa ve hala Milli Takım'a alınmamışsa burada içinde bir kızma duygusu tabi ki oluşur. Ama "Ben olmuyorsam hiçbir şey iyi olmasın." düşüncesini benimserse maça 1-0 yenik başlar. Akşam o kişiye gelen tepkiler de onun yediği goldü. Hatta gollerdi belki de.


Neyse, benim demeye çalıştığım şey başarı gelmedikçe bizim de milli duygularımız yok oluyor. Evet, her ne kadar böyle olmaması gerekiyorsa da öyle oluyor. Bu başarı nasıl gelir peki? Bu başarı başta oyuncular olmak üzere herkesin inanmasıyla gelir. Biz ise oyuncularda o inancı görmediğimiz için hemen pes edebiliyoruz. O başarıyı sağlayacak unsurlar bir araya gelmiyor belki de. Tam oyuncular inanıyor mesela taraftar desteğini çekiyor. Veya tam biz inanıyoruz oyuncular bırak diyor belki de. Burada amacım kimseye kızmak veya suçlamak değil. Suç bizim. Yani hepimizin. Bunu önce bir kabul edelim.


Bu saatten sonra neler yapılmalı. Bunlar her şeyden daha önemli. 


1. Sonuna kadar Milli Takımlarımıza her branşta inanmalı ve güvenmeliyiz. Desteğimizden vazgeçmemeliyiz.

2. Biz bunları yaparken oyuncular da bize güvenmeli ve sahada terinin son damlasına kadar mücadele etmeli.
3. Kadroya alınmayan veya şimdilik çağrılmayan oyuncular takım içinde huzursuzluk çıkarmamalı ve daha çok çalışarak Milli Takımı hak etmeliler.
4. Herhangi bir spor branşını planlayanlar ve onlar hakkında kafa yoran insanlar günümüze göre düşünüp, vizyon sahibi kişiler olmalı.
5. En önemlisi de taraftarlar Milli Takım'ı sonuna kadar izlemeli ve takip etmeli.



Biraz nutuk tarzında oldu ama benim milli düşünce ve duyguları hakkında ön gördüğüm fikirler bunlar. Sadece başarı geldiğinde değil her zaman Milli Takım'ı desteklemek daha doğru ve sahicidir. Oyuncular da bizden gelen o desteği boşa çıkarmamalılar. Geçmişe bir sünger çekelim şimdi. Artık iyi veya kötü günde destekleyelim şu Milli Takımı. Bazı maçlarda canım sıkılan ben bile bunu yapacağım artık. Lütfen. Lütfen desteğinizden ve inancınızdan vazgeçmeyin. Oyuncular bu inanç ve desteği gördükten sonra gereğini yapacaktır.


Benim söyleyeceklerim bunlar. Bizi Milli Takım'larımızdan soğutanları da o görevlerinde görmek istemediğimizi de ayrıca belirtiyorum. Unutmayın, bu ülke hepimizin...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder