Kısa bir durum değerlendirmesi ile başlayacak olursak, Kayserispor maçında alınan özgüveni yükseltici galibiyet ile birlikte, puan tablosunda Galatasaray'ın 8 puan önünde lider konumdayız. Devre arası kampını sakat geçirecek oyuncumuz yok ve her anlamda psikolojik avantaja sahibiz. Geriye dönüp baktığımızda, sezonun buraya kadar ki kısmını da ikiye ayırmamız gayet mümkün. İlk kısım: Hazırlık maçları, Salzburg maçları, Galatasaray (Süper Kupa), Konyaspor (Lig, 1. hafta) - Arsenal(CL Playoff) - Eskişehir(Lig, 2. hafta) - Arsenal(CL Playoff) maçları. Bu periyotta aldığımız skorlara bakılmaksızın, oynanan futboldan memnun olan bir kişi bile yoktur sanırım. Hatta o dönem bir kişi çıkıp dese Fenerbahçelilere, bu takım ilk devreyi en yakın rakibinin 8 puan önünde kapatacak diye, taraftar arasında para toplar, kişinin akıl sağlığı için ne gerekiyor ise yapardı.
Öncelikle bu dönemi ele alırsak, geride bırakılan sezonun mental ve fiziksel yorgunluğu bir türlü atlatılamamış, sanki takım Trabzonspor ile oynanan kupa finalinden 3 gün sonra Salzburg maçına çıkıyormuş gibi bir hava vardı. Gökhan Gönül'ün bir geleneğe dönüşen sezon başı sakatlığı, Egemen Korkmaz'ın takımla beraber çalışmaya çok geç başlaması, yeni transfer Kadlec'in, Reto Ziegler'in bile altında kalabilme başarısı ve tabii ki Volkan'ın hergün bir çığ gibi büyüyen formsuzluğu, takımın bu sezon başı döneminde, hem skor anlamında, hem de oyun anlamında istenilenin çok gerisinde kalmasına sebep olmuştu. Öyle ki, sezon başının en önemli iki maçı, Galatasaray ve Arsenal maçlarına çıkan savunma 4'lüsüne bakarsak, şuan oluşmuş olan ideal 4'lünün yakınından bile geçmediğini görüyoruz:
Galatasaray maçı savunma 4'lüsü: Mehmet Topuz-Bekir-Alves-Hasan Ali
Arsenal maçı savunma 4'lüsü: Bekir-Yobo-Alves-Kadlec
Tabi bu dönem ki formsuzluğu tamamıyla geri 4'lünün üzerine yıkmak haksızlık olur. Takım tüm hatları ile, fiziksel ve mental kondisyon olarak yerlerdeydi. Deplasmandaki Salzburg maçında, Galatasaray maçında, Arsenal maçlarında, şuanda alışkanlık haline getirdiğimiz pres oyununu, rakipten daha fazla maçı isteme duygusunu bir türlü yakalayamamıştı takım. Salzburg deplasmanından 1-1 ile dönmemiz, o gecenin futbol meleklerinin katkısı ile olmuştu. Arsenal'e kendi sahamızda, hiçbir şey yap(a)madan 3-0'lık net bir skorla mağlup olmuştuk. Şu halleriyle karşılaşsalar, 4-5 maçta yemeyeceği golü, 15 dakikada yemişti takım Konya'dan. (Ve bu 15 dakika, şuan takımın çok iyi oynadığını söylediğimiz son 15 dakika.)
Deplasman'da ilk maça nazaran daha iyi bir futbol ile 2-0 yenildiğimiz Arsenal maçından sonra ise sanki sezon başı kampını o üç günlük arada yapmış gibi çıkılan Sivas maçı, bizim için sezonun aslında o maç ile başladığını düşündürüyordu. Peki bu değişim nasıl olmuştu? Öncelikle Ersun Yanal, ilk değişimi futbolcuların kafasının içinde yapmıştı. Takıma, maçı kazanmanın ilk yolunun, maçı rakipten daha fazla istemenin olduğunu aşılamıştı. Ki Sivas maçından sonra, herkesin ortak övdüğü nokta oynanan futboldan ziyade, her topa yapılan pres, sahanın her yerinde, rakipten bir kişi fazla olma gibi konular olmuştu. Tabii ki işin taktiğine indiğimizde, fiziken güçlenen Gökhan Gönül, sol beke ilk kez o maçta yerleştirilen Caner'in ileride kendisini milli takımın en büyük eksikliği mertebesine ulaştıracak formu, sezon başında şuan ki halinden çok uzaklarda olan Sow'un kesilip, Emenike'nin oynaması, takımın, Sivasspor'u sudan çıkmış balığa çevirecek kadar hızlı oynamasını sağlamıştı. Meireles-Holmen ikilisinin, ceza sahasından çıkan her topun reboundunu almaları, takımın rakip yarı sahaya kamp kurmasını ve hücumların 10 saniyede bir yenilenmesini sağlamıştı. Takımın bu maçla beraber 13 maçlık periyotta yenilmeden devam etmesinin alt yapısı adeta bu maçla oluşturulmuştu.
Görselde, Fenerbahçe'nin Sivas maçı kadrosu var. Ve bu maçla beraber, özellikle Fenerbahçe'nin golcü kimliğinin ortaya çıkmasını sağlayan, hücumda ortaya çıkan 3-4-3 dizilimini, amatör paint çizimimle basit bir şekilde anlatmaya çalıştım. Hücuma çıkarken, Egemen ile Alves'in kenarlara çekilerek aralarına 3. stoper gibi giren ön libero (bu maçta Selçuk'tu bu ön libero, kalan maçlarda Mehmet Topal'ı gördük orada), içeriye kateden kanat forvetleri ve arkalarında bıraktıkları boşluklara bindiren kanat bekleri. Burada, kanat hücumcularının alıp ceza sahasına soktuğu rakip beklerin bölgelerinde kalan boşlukları inci gibi işleyen bek performansı, Fenerbahçe'nin, gol sayısında, 103 gollük sezon ile kıyaslama yapılmaya başlanmasında en önemli etken. Aslında bu üst düzey performanslardan ötürü, orta sahada ki iki göbek oyuncusunun, hücuma kattıkları (daha doğrusu katamadıkları) yaratıcılık becerileri, hiç gereken önemde sorgulanmadı Fenerbahçeliler tarafından. Mesela Kadıköy'de 0-0 biten Trabzon maçında, rakip beklerin (özellikle Bosingwa) çok iyi alan parsellemesinden ötürü, göbekteki ikiliye çok ihtiyaç duymuştuk. Fakat oradan savunmayı delebilecek düzeyde yaratıcılık katkısı gelmemişti ve maçı gol atamadan tamamlamak zorunda kalmıştık. Bu konuda akla gelen ilk isim olan Cristian, açıkçası kulüpte olduğu süre içinde kimseye bu güveni veremedi.
İlk yarı için ayrı bir paragraf açmam gereken diğer konunun da 80. dakikadan sonra gelen galibiyet golleri diye düşünüyorum. 80. dakikadan sonra dedim ama, Rize maçı hariç bu gollerin hepsi 90. dakikadan sonra geldi. Burada ben bizi bu gollere götürenin, Ersun Hoca'nın 4 forvetli taktiğinin olduğunu düşünmüyorum. 4 forvetli taktikte boşalan orta sahanın başımıza hiç iş açmaması bizi bu sistemi sorgulamaktan biraz uzaklaştırdı. Ta ki Karabük maçına kadar. Karşımızda ayağa iyi oynayan, kolaylıkla adam eksiltebilen, fizik açıdan iyi bir takım olduğunda bu sistemin nelere gebe olacağını sanırım herkes gördü. Ersun Hoca'nın beraberliği bile içine sindiremeyen anlayışı çok güzel. Bundan kesinlikle şikayetçi değilim. Fakat Karabükspor'un orta sahamız 3'lü iken bile yaptıklarını düşününce, bazı maçlarda Ersun Hoca'nın 1 puanı cebine koyup İstanbul'a dönme anlayışını da kafasında bir köşelere koyması gerektiğini düşünüyorum. Maçın 80. dakikasına kadar olan bölümünün de hocaya bu konudaki kararında yardımcı olabileceğine inanıyorum. Mesela Karabük maçı için, forveti 4'lemek yerine, orta sahayı takviye ederek, dönen toplar alınabilir, ileri 3'lüye hızlı servisler yapılabilirdi. Bunun dışında zaten Antalya maçı ve Erciyes maçı, bu şekilde gelişen ataklar ile kazanılmış maçlardı. Öte yandan Bursa maçı ve Kasımpaşa maçında atılan son dakika golleri, rakip ceza sahasında yaratılan karamboller neticesinde gelmişti.
Son olarak, devre arası transfer dönemi için kendimce beklentilerimi söylemek istiyorum. Öncelikle ihtimal dahilinde görmesem de, tribünde oturmaktan bunalabilecek ve takım içi huzursuzluğa gebe olabilecek yabancıların gönderilmesinden yanayım. Tek kulvarda gidiyoruz ve açıkçası kimi futbolculara hiç de gerek duyabilecekmişiz gibi gelmiyor. Kadlec, gerek stoper rotasyonunda, gerekse sol bek rotasyonunda çok geride. İyi bir teklife, kesinlikle satılmalı. Yobo için de zaten bir çok takım devrede ve devre arasından sonra takımda olacağını düşünmüyorum. Orta sahada Sivasspor maçı hariç hiç görmediğimiz Holmen'in de bir Anadolu kulübü tarafından en azından kiralık olarak alınacağı kanaatindeyim. Oyuncu transfer edilip edilmeyeceğini bilmiyoruz fakat eğer edilecek ise, bunun kesinlikle ortasahaya yaratıcılık sorununa çözüm olabilecek yetenekte biri olması gerektiğini düşünüyorum. (Evet Diego tarzı.) Devre arasında çok transfere her zaman karşı olmuşumdur. Bir tane nokta transfer ile, zaten az olan şampiyonluğun kaybedilme ihtimalini, en aza indirebiliriz.
Özetle, ilk yarı genel anlamda çok iyiydi. Ersun Yanal takımlarının ikinci yarı performansı geyiğine girmeyeceğim fakat ciddiyet elden bırakılmadan, devre arası kamp iyi değerlendirilerek, 31. haftada Kadıköy'de ki Çaykur Rizespor maçını, şampiyonluk maçı sıfatına taşıyabileceğimizi düşünüyorum.
eyvallah iyimiş
YanıtlaSil