30 Ocak 2014 Perşembe

Fenerbahçe Ülker-Milano Maç Önü Yazısı

Hiç yorum yok:

Fenerbahçe Ülker, gruptaki iddiasını devam ettirme adına oldukça kritik bir karşılaşmaya çıkacak bu akşam. İlk üç maçta alınan gurur kırıcı mağlubiyetlerin ardından iç sahada gelen Panathinaikos galibiyetinin üstüne burada alınacak bir galibiyet, oldukça kötü başlanan grupta bir anlamda olayı dengelemek anlamına gelecek.  Euroleague’de iş, -özellikle Top16 turundan itibaren- savunmadaki zaaflarınızı minimuma indirip hücumda maksimum çeşitlilik sağlamaktan geçiyor. Fenerbahçe Ülker, işin iki tarafında da ne kadar iyi orası tartışılır ancak mevcut potansiyeli Milano’yu deplasmanda yenmek için yeterli.

Piangiani’nin takımı Siena ile başlayan ve onlar kadroyu dağıtmadan önce kendi içinde zirveyi gören benim ‘karar basketbolu’ olarak nitelendirdiğim tamamen oyuncuların bireysel performanslarına ve savunma arzularına dayanan bir sistemsizlikle oynuyor Milano. Olayın hücum yahut savunma kısmında mantıklı bir planları olduğunu söylemek oldukça güç zaten onları set hücumunda top ellerinde ne kadar süre fazla kalmaya zorlarsanız o kadar çok hata yapıyorlar. Bunun en canlı örneği geçen hafta oynadıkları Anadolu Efes maçı. Büyük bir sistemsizlikle oynadıkları için en kaba tabirle oyuncular günündeyse ve maça çok fazla odaklanmış durumdaysalar Olympiakos gibi bir takıma otuz sayı fark atabilecek bir takım hüviyetine bürünüyorlar. Tam tersi durum oluştuğunda ise oldukça kötü bir sezon geçiren Efes’e karşı bile altmış sayı sınırında kalabiliyorlar. Benim için bu akşamın kıstası Milano’nun içeride Olympiakos’u perişan ettiği karşılaşma. O maçtaki performanslarının ne kadarına ulaşabilecekleri bir anlamda maçın da sonucunu tayin edecek. Aynı performansa ulaşmaları durumunda Fenerbahçe Ülker’in yapacak fazla bir şeyi kalacağını düşünmüyorum.

Bu akşam oynanacak olan maçta Fenerbahçe Ülker’in savunma ve hücum organizasyonlarından, ne yapması gerektiğinden ayrı ayrı bahsetmek istiyorum.

Savunma


Milano, oldukça atlet ve skor potansiyeli yüksek kısa oyunculardan kurulu bir takım. Keith, Gentile, Hackett, Moss ve Fenerbahçe Ülker’in eski oyuncusu Jerrels aklıma ilk gelen ve bir çırpıda sayabildiğim isimler. Melli ve CJ gibi ayakları çabuk iki uzuna da sahip olmaları denemeyi akıllarına getirdikleri takdirde bizi P&R savunması anlamında oldukça zorlayacaktır. İkili oyun savunması zaten yıllardır kanayan bir yaramız olduğu için benim bu noktada tercihim işin Milanolu oyuncuların bire birine bırakılması olur. Fenerbahçe Ülker’den daha atlet ve ribauntçu bir takım olduklarından mütevellit fazla hızlı hücum sayısı ve ikinci şans sayıları bulabileceğini düşünmüyorum takımın. Ana plan dahilinde sürekli oynadıkları veya oynamaya çalıştıkları bir set hücumları olmadığı için sık sık Keith ve Hackett’in bire bir hücum denemelerini ve Gentile/Moss ikilisinin el üzeri şutlarını görmemiz kuvvetle muhtemel. Bu noktada Fenerbahçe Ülker’in yapması gereken geçiş oyunlarında mümkün mertebe çok iyi geriye koşup en doğru şekilde adamları paylaşabilmek. Bu durumu daha da kolaylaştırmak ve güzelleştirmek adına sene başında çok daha sık denenen ‘oyunun belirli bir bölümünde sürekli adam değiştirerek savuma’ olayına bu maç nezdinde daha sık başvurmalı Fenerbahçe Ülker. Onları oyunun iki tarafında da mümkün olduğunca ters eşleşmeye mecbur bırakmalı, her zamankinden daha fazla serbest atış çizgisine gelmeli takım. Herkesin alıştığı üzere bugün de rakibin kısa oyuncularından herhangi birinin kariyer maçlarından birisini oynayacağını düşünüyorum. Bunu başarabilen sadece bir kişi olduğu müddetçe sıkıntı yok zira Milano’nun Fenerbahçe Ülker’i yenebilmesi için hemen hemen tüm kısa rotasyonundan oldukça yüksek bir katkı alması gerek. Zeljko’nun oyuncularının da bu seviyede buna ne denli izin verip vermeyeceği takımın savunma karakterini belirleyecek aslında.

Şimdi işin rakip yarı saha kısmından yani hücumdan bahsetmek istiyorum.

Hücum


Dün basketbol bilgisine oldukça saygı duyduğum bir arkadaşımla bu maçı konuşurken ortak olarak bahsettiğimiz bir nokta vardı. ‘Tamam, hücumu set düzenine yerleştir, ters eşleşme kovala ama yarı sahayı mümkün olduğunca çabuk geç.’

Öncelikle şunu belirtmek isterim ki uzunlarımızın ribaunt katkısı oldukça kısıtlı olduğu için hücumdaki verimliliğimizi artırmak adına kısa oyuncuların mümkün olduğunca ribaunt olayına fazla girmesi gerekiyor. Hücumda daha yüzdeli atmanın da maçı kazanmanın da yolu ribauntları dengelemekten geçiyor. Bu akşam Fenerbahçe Ülker oyuncuları yarı sahayı mümkün olduğunca çabuk geçip hücumda ters eşleşme yakalamaya çalışmalı. Herkes kendi pozisyonu üzerinden üretmeye kalkarsa Milano karşısında kısır bir takıma dönüşebilir Fenerbahçe Ülker. Aslında takımdaki kısa oyuncuların hücum performansını belirleyecek en önemli unsurlardan biri de ‘Hackett’in savunma arzusu’ olacak. Olympiakos maçında yeniden hatırladığı o insanın yaşama sevincini yok eden savunma gücü, Laboral ve Efes maçlarında yine kendisi yüzünden biraz daha geri planda kaldı. Hackett o savunma yeteneklerini olur da bu akşam hatırlayacak olursa, savunduğu Fenerbahçe Ülkerli oyuncuyu hiç güzel bir akşamın beklemeyeceğini şimdiden not düşmekte fayda var. Ayakları çabuk iki uzuna sahip olmalarından ötürü Zoric&Emir ikili oyunlarının bir noktaya kadar hücumda üretkenlik sağlasa da bir müddet sonra takımı yavaşlatacağını düşünüyorum. O yüzden bu akşam Fenerbahçe Ülker’in boyalı alanı son haftaların aksine Zoric’ten çok Gasper’in üzerinde şekillendirmesi gerekebilir.


Son olarak yumruğunu geçen hafta masaya oldukça sert bir biçimde vuran Kleiza’nın bu akşam da el yakan anlarda sahneye çıkacağını düşünüyorum. Fenerbahçe Ülker’in kazanması için bugün ‘X’ faktör olabilecek iki oyuncusu ise ‘Gasper ve Ömer.’ Ömer’in her ne kadar az süre alacağını tahmin etsem de sahada kaldığı süreler içerisinde takıma katacağı savunma direnci ve bir nebze de olsa yaratacağı hücum çeşitliliği oldukça önemli. Gasper’in vermesi gereken katkıyı ise uzun uzun dillendirmeye gerek duymuyorum. Bir pivotun basketbol adına yapması gereken her ne varsa bugün sahaya yansıtmak zorunda Vidmar. Umarım Fenerbahçe Ülker adına güzel bir akşam olur. Hayırlara vesile. 
Devamını Oku »

29 Ocak 2014 Çarşamba

Spor Toto Süper Lig 18. Hafta Değerlendirmesi

Hiç yorum yok:
Ve nihayet ligin ikinci yarısı başladı diyerek giriyorum söze. Gerçekten de yaklaşık 1 aydır futbola hasret kalmıştık. Takımların yeni takviyeleriyle, oyuncularıyla nasıl bir hafta geçireceklerini merak ediyorduk. Ama başta ben olmak üzere birçok kişi ligin ikinci yarısının ilk haftasında bol gol bekliyordu. Futbolu sadece taraftarların değil futbolcuların da özlediğini düşünerek böyle bir yorum yapmıştık. Fena da yorum yapmamışız. Gerçekten de keyifli bir hafta oldu diyebiliriz. Ligin 18. haftasında alınan toplu sonuçlar şu şekilde :

Kasımpaşa 0-0 Karabükspor
Gençlerbirliği 3-1 Rizespor [Oktay, Jimmy Durmaz, Kulusic / Engin Baytar]
Bursaspor 3-1 Eskişehirspor [Fernandao (2), Sestak / Aytaç]
Trabzonspor 1-1 Beşiktaş [Emre / Almeida]
Sivasspor 3-0 Kayserispor [Aatif (2), Ziya]
Elazığspor 2-1 Akhisar [Merter, Deniz Yılmaz / Bilal Kısa]
Kayseri Erciyesspor 1-3 Antalyaspor [Yasin / Tita, Vederson, Semih]
Gaziantepspor 0-0 Galatasaray
Fenerbahçe 2-1 Torku Konyaspor [Bruno Alves, Egemen / Djalma]

KASIMPAŞA 0-0 KARABÜKSPOR


Ligin ikinci yarısının açılış maçı olarak gösterilmemesi gerekilen bir maç olduğunu düşünüyorum bu maçın. Haftalardır futbola hasret olan bizlerin ligin ikinci yarısının ilk haftasının ilk maçında kimse böyle bir görüntü beklemiyordu. Kasımpaşa ligde daha iddialı bir konuma gelmek, Karabükspor de alt sıralardan kurtulmak istiyordu maç öncesinde. Ama iki takım da sahada bunu gösteremedi. İlk yarıda pozisyonun dahi olmadığı, oynanılan oyuna futbol diyecek adamın bulunmadığı bir karşılaşma oldu. Karabük'ün Eneramo ile yararlanamadığı bir atak dışında önemli bir pozisyon olmadı ilk yarıda. İkinci yarıya baktığımızda ilk yarıya oranla biraz daha fazla pozisyon görebiliyorduk. Ama bu pozisyonların da organize atakla değil de ya duran toptan ya da oyuncunun bireysel performansından geliyordu. Kasımpaşa bu dakikalarda Babel ve Adem ile yüklense de sonuç alamadı. Keza maçın sonlarına doğru Karabükspor da baskısını arttırdı. Yeni transferleri Eneramo ile ol arasalar da onlar da istediğini bulamadı ve maç golsüz eşitlikle sona erdi. Bu beraberlik iki takıma da yaramıyordu diyebiliriz. Bu sıkıcı maçın en güzel anı da Türkiye'yi hakem olarak Dünya Kupası'nda temsil edecek olan Cüneyt Çakır'a maçtan önce çiçek ve plaket verilmesi oldu.


GENÇLERBİRLİĞİ 3-1 RİZESPOR



Ligin en ilginç maçlarından biri de Ankara'da oynandı. Daha maçın ilk yarısında hakem Hüseyin Göçek'in sakatlanması ve devam edememesi, yerine 4. hakemin maçı yönetecek olması bu ilginçlikler silsilesinin ilk halkasıydı diyebiliriz. İlk yarı tıpkı Kasımpaşa - Karabük gibi olan maçta pozisyon dahi yoktu. Birçokları televizyonlarının başında bu maçı kapatıp bir başka maça geçmiştir belki de. Ama ikinci yarının başlamasıyla beraber tempo da bir hayli yükseldi. Rizespor'un evlere şenlik savunması ve kalecisi Serkan çok büyük hatalar yapmaya başlamıştı derken Gençlerbirliği Oktay ile golü buldu. Rizespor savunmasının bakışları arasında kafayla topu ağlara gönderdi. Tam bu golün şokunu üstünden atamayan Rize bu sefer de Serkan'ın büyük hatası sonrası kalesinde 2. golü Jimmy Durmaz ile görüyordu. Özellikle Rizespor'un stoper denen kavramdan haberdar olmaması her topta rakip hücumcularından birinin boş kalması Rizespor'un gol yemesine sebep oluyordu. 3. golde de duran toptan bir gol yediler. Stancu da Rizespor kalesinde tehlikeler yarattı. Rizespor da ise Cernat, Sercan ve Engin gibi isimler etkili ataklar yapmaya çalışsalar da sonuç değişmiyordu. Ama tam da bu sırada Rizespor penaltı kazandı. Topun başına Galatasaray'dan kiralanan Engin geçti ve topu ağlara göndererek farkı 2'ye düşürdü. Kalan dakikalarda skorda bir değişiklik olmadı ve Gençlerbirliği'nin yükselişi devam etti. Rizespor ise büyük sıkıntıların ortasında. Belli bir bahane arkasına sığınmak yerine gerçekten sorunun nerede olduğunu bir an önce çözmeli Rıza Hoca.

BURSASPOR 3-1 ESKİŞEHİRSPOR


Son yıllarda hatırlanacak bir karşılaşma oynandı bu hafta itibariyle ligde. Anadolu derbisi diyebileceğimiz yani o tarzda olan bu zorlu maçı Bursaspor 3-1 kazanmayı başardı. Maçın daha ilk yarısından itibaren ileride baskı kuran, savunmasını da orta sahaya yakın kuran Bursaspor Pinto'nun yokluğunu arayabilir diye düşünürken sahneye Bursaspor'un yeni transferi Fernandao girdi. Bursaspor kariyerinin ilk golünü atan Fernandao tıpkı Pinto'nun Bursaspor'a geldiği ilk günlerdeki gibiydi. Arzulu, golü arayan ve hücumda başarılıydı. Eskişehirspor Bursaspor baskısını kırmak istese de bir türlü beceremiyordu. İkinci yarının hemen başında Bursaspor Fernandao ile farkı 2'ye çıkarıyordu. Ofsayt olduğunu düşündüğüm pozisyonda hakemin oyunu devam ettirip golü vermesi ilginç geldi bana. Eskişehirspor çok güzel bir organize golü bulduktan sonra kaleci Boffin kırmızı kart gördü. Öyle saçma bir pozisyonda kırmızı kart görmesi de taraftarları daha çok kızdırdı. 3 oyuncu değişikliği hakkı dolan Eskişehirspor'da kaleye mecbur bir oyuncu geçecekti. Kaleye Servet Çetin geçti. Tam da bu dakikada Bursaspor'un penaltı kazanması maçı daha da eğlenceli bir hale getirdi. Herkes merakla gözlerle Servet'i izlerken, Servet'in o penaltıyı kurtarması herkeste büyük bir şaşkınlığa neden oldu. Ama bu penaltıdan 10 dakika sonra Sestak'tan yediği gol sonrasında Bursaspor maçı 3-1 kazandı. Bursaspor için çok önemli bir galibiyetti. Eskişehirspor da ligin ilk yarısının son haftasındaki Konya maçından sonra Bursa'ya da yenilerek gerileme dönemine girdi diyebiliriz.

TRABZONSPOR 1-1 BEŞİKTAŞ



Ligin ikinci yarısının ilk haftasında bir derbinin oynanacak olması birçok futbolseveri sevindirmişti. Futbola doyacaktık gerçekten. İki takımın da bu sezon itibariyle denk güçte olmuş olmaları ve ikisinin de ligin ikinci yarısına 3 puanla başlamak istediklerini düşünürsek zevkli bir maç bizi bekliyordu. Trabzonspor'un maça Emre Güral ile başlayacak olması birçok kişi tarafından ilginç karşılanmıştı ama bekleneni verdi diyebiliriz. Trabzonspor maça çok çok iyi başladı. Daha hızlı ataklarla rakibine baskı yapan, rakibinin top yapmasına izin vermeyen bir takım hüviyetindeydiler. Beşiktaş zaman zaman kendi yarı sahasından seri paslarla çıkmaya kalksa da bundan başarılı olamıyorlardı. Trabzonspor ise baskısının sonucunu alıyor ve Emre Güral ile Beşiktaş karşısında 1-0 öne geçiyordu. Beşiktaş bu golden sonra ister istemez ileride hücumda oyun kurmak zorundaydı. İlk yarı Trabzonspor'un hem skor hem oyun üstünlüğü olarak geride kalıyordu. Beşiktaş ise Almeida Olcay ve Fernandes ile etkili gelmeye çalıştıysa da bunda başarılı olamadılar. İkinci yarıda Beşiktaş daha ayakları yere basan ve daha diri oynayan takım görünümündeydi. Trabzonspor'un kapalı savunmasını bir türlü aşamamaları onları risk almaya itti. Oyuna Holosko'yu da alan Bilic sonunda muradına erdi ve golü Almeida ile buldu Beşiktaş. Bu golün ardından iki takım da karşı atak yapmasına rağmen maç 1-1 şeklinde sona erdi. İki takım için de istenmeyen bir sonuçtu. Ama maçın hakkının beraberlik olduğunu söylemek de yanlış sayılmaz diye düşünüyorum.

SİVASSPOR 3-0 KAYSERİSPOR




Ligde Roberto Carlos ile beraber büyük bir çıkış yakalayan Sivasspor evinde ligin en zayıf takımlarından biri diyebileceğimiz, kadrosunun kalitesiyle oynadığı oyun arasında dağlar kadar fark olan Kayserispor'u ağırladı. Sivasspor maçın başlamasıyla beraber ileride Aatif - Oldoni ikilisiyle büyük bir baskı kurdu Kayseri savunmasına. Kayserispor savunmasının dağınık görüntüsü karşısında Sivasspor çok net ataklar bulabiliyordu. Bununla birlikte ileride de duran toplar dışında çoğalamayan Kayserispor tam bir küme düşme potansiyeli olan çaresiz bir takım gibi oynuyordu. Sivasspor çok geçmeden Aatif ile golü bularak maçta öne geçti. Şu anda ligimizin de gol kralı olan Aatif'in yükselen formu Kayserispor maçında artarak devam etti ki hem takımının hem de kendisinin 2. golünü atmayı başardı. Kayserispor bu gollerden sonra iki üç atak yapmaya çalışsa da hücum bakımından da çok aciz durumda oldukları çok belliydi. Sivasspor maçın son anlarında Ziya ile bir gol daha bularak maçı 3-0 kazandı. Sivasspor bu galibiyetle beraber ligde ilk 4 arasında yerini aldı. Kayserispor ise bu kötü oyununu ve aldığı kötü skorları sürdürürse küme düşecek gibi gözüküyor. 

ELAZIĞSPOR 2-1 AKHİSAR BELEDİYE



Ligin düşme hattında bulunan ama son zamanların çıkış yakalayan ekiplerinden biri olan Elazığspor evinde bu ligin her zaman keyif vermiş renkli takımlarından Akhisar'ı ağırladı. Maça istekli başlayan taraf Akhisar'dı. Hücum oyuncuları Niasse ve Bruno ile etkili gelmeye çalışsalar da gerek Elazığspor savunmasının yerinde müdahaleleri gerekse de kaleci Ivesa gole izin vermedi. Elazığspor biraz daha kontra atağa daha yakın oynayan bir ekip gibi gözüküyordu. Deniz Yılmaz, Sane ve Serdar Gürler gibi adamlarla kendi yarı sahasından hızla çıkıp ileride de işi bitirmek istiyorlardı. Tam da bu sırada kullanılan bir kornerde Akhisar'lı Merter topu kendi ağlarına gönderdi ve Elazığspor 1-0 öne geçti. İlk yarı itibariyle baskılı gibi görünen Akhisar'ın soyunma odasına yenik gitmesi Elazığspor'un kendine olan güvenini daha da sağlamlaştırdı. Elazığspor ikinci yarıya daha atak ve maçı isteyerek çıkıyordu. Bu istek onlara 2. golü de getirdi. Deniz Yılmaz'ın organizasyon ve hazırlanış olarak mükemmel olan golü Elazığspor'u rahatlatıyordu. Akhisar çok uzun süre geçmeden Bilal'ın attığı muhteşem gol ile durumu 2-1 yapmasına rağmen maçı çevirecek golü bulamıyor ve sahadan mağlup ayrılıyordu. Elazığspor'un gerek ilk yarının son haftalarındaki performansı gerek kupadaki performansı ve gerekse de Akhisar maçı onların toparlandığını ve ligde bile kalabileceklerini gösteriyordu bizlere. Akhisar ise klasik orta sıra takımı olma geleneğini sürdürüyordu.

KAYSERİ ERCİYESSPOR 1-3 ANTALYASPOR



Ligin oyun olarak iki kötü Kayseri takımından biri olan Kayseri Erciyesspor evinde yaptığı transferlerle adından sıkça söz ettiren Antalyaspor'u ağırladı. Maça Erciyesspor'un tutuk oyununa Antalyaspor'un presi karşılık vererek başladı. Antalyaspor'un hücumda Insa, Tita ve Diarra üçlüsünü verimli bir şekilde kullanması ve kanat bekleri olarak görev yapan Serkan ve Vederson'un hücuma katkı sağlaması onların daha rahat oynamasını sağladı. Nitekim Tita ile golü de buldular. Erciyesspor ise kısıtlı hücum varyasyonlarıyla oyunu değiştirmeye çalışsa da bunda başarılı olamıyorlardı. İkinci yarı yine Antalyaspor'un iyi oyunu devam ediyordu. Bu sırada kazanılan duran topu Vederson gole çevirince Erciyesspor'un iyice ümitleri azalıyordu. Erciyesspor bu sefer biraz saha etkili gelmeye başlamıştı. Yasin'in attığı gol farkı 1'e indirse de Semih'in son sözü söylemesi Antalyaspor'a altın değerinde 3 puanı getirdi. Semih'in de Fenerbahçe formasıyla değil de Antalyaspor formasıyla oynayıp gol atması insana ilginç geliyordu açıkçası. Erciyesspor'un bu durdurak bilmez düşüşü onların sezon sonunda bir başka Kayseri takımı olan Kayserispor ile beraber lig düşmesine bile sebep olabilir.

GAZİANTEPSPOR 0-0 GALATASARAY 



Ligde liderden epey uzak kalan Galatasaray deplasmanda Sergen Yalçın'lı Gaziantepspor deplasmanına gidiyordu. Hafta içinde bile Sergen Yalçın'ın takımdan gidip gitmeyeceği tartışma konusuyken maça bu şekilde çıkıyordu Gaziantepspor. Maça iki takım da isteksiz başladı. Galatasaray'ın Mancini ile birlikte gelen 3-5-2 sistemi takımı başarısızlığa doğru sürüklüyordu. Orta sahada belli bir istikrarın olmaması, hücumda Drogba ve Burak'ın en azından bu maç içi yetersiz kalması, 3'lü savunma diyebileceğimiz alanda sadece Melo'dan üst düzey verim alabilmeleri Galatasaray'ın oyun şablonunda büyük sıkıntıların olduğunu gösteriyordu. Gaziantepspor'a baktığımızda ise 1 puan için değil 3 puan için mücadele eden bir Anep görüyorduk sahada. Her ne kadar takımın en etkili ismi sayılabilecek Cenk'in bu maçta sahada varla yok arasında oynaması Turgut'un daha iyi oynamasını sağlıyordu belki de. Antep'in ataklarındaki başarı yüzdesi yüksek olsa da bitirici vuruşta ya da pas verirken sorun çıkması onların maç içinde en büyük handikapıydı. Galatasaray'ın oyunun ilerleyen bölümlerde değişik varyasyonlar denemesi, saha içinde Sneijder'in bir 10 numara gibi değil de sıradan bir orta saha gibi oynaması onların kötü oynamasına sebep oluyordu. Oyunun ilerleyen bölümlerinde 4-4-2'ye dönen Mancini'nin takımı yine de istediği ve aradığı golü bulamadı. Hatta baktığımız zaman rakip Gaziantepspor'un bile Galatasaray'a oranla daha net ve etkili ataları olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Golsüz beraberlik belki iki takıma da hiçbir şey katmamıştır ama en azından Antep için o kadar büyük bir yara olmamıştır. Ancak Galatasaray için aynı şeyleri söyleyemeyeceğiz. Galatasaray bu beraberlikle zirve ile olan puan farkını 10'a çıkarttı. Kalan 16 haftada işleri gerçekten zor.

FENERBAHÇE 2-1 TORKU KONYASPOR



Ligin lideri Fenerbahçe evinde Konyaspor ile zorlu bir maç yaptı. Maç öncesi başta ben de olmak üzere birçok kişi Fenerbahçe'nin gayet rahat kazanacağını düşünse de beklenenden zor bir maç olduğunu söylemeliyiz. Maça iki takım da tutuk başladı. Fenerbahçe biraz daha isteksiz başlasa da golü erkenden atıp, maçı zora sokmak istemiyordu. Konyaspor da ara sıra "Çanakkale geçilmez." ara sıra da kontra atak futbolu oynuyordu. Fenerbahçe her ne kadar baskı kurmaya çalışsa da ya pas verirken, ya da son vuruşta etkili değildi. Hal böyle olunca aranan beklenen gol gecikti. Maçtan önce tahmin edildiği üzere Meireles - Cristian ikilisi bir hayli sırıtıyordu. Top yapamayan, pres uygulayamayan, en önemlisi de maçı istemeyen futbolcuların bu şekilde oynaması Fenerbahçe'yi olumsuz etkiledi. Maç bu şekilde devam ederken hakem Ali Palabıyık'ın en ufak bir pozisyonda oyunu durdurup maçı kesmesi, net pozisyonlardaki kararsızlığı ve inanılmaz hatalarıyla gerek Fenerbahçe gerekse de Konyaspor'u deliye döndürüyordu. Tam da bu sırada Konyaspor biraz Volkan'ın da katkısıyla (!) golü bulmayı başardı. Golde en az Volkan kadar savunma ve hakemin de hatası olduğunu kabul etmek şart. Fenerbahçe golü yedikten sonra daha baskılı oynamaya başladı ama takımdaki panik havası göze çarpıyordu. Orta sahadan oyunun hücum bölgesine topu aktarırken sıkıntı yaşıyorlardı. Özellikle Meireles'in Alper gibi dikine koşu yapamaması, Cristian'ın da her zamanki gamsızlığı yüzünden takım oyunu değil de bireysel oyuna döndü Fenerbahçe. Caner gibi Kuyt gibi Emenike gibi adamlar biraz çabalasa da Konyaspor'un sert savunması ve klasik Mesut Bakkal takımlarının uyguladığı savunma anlayışı sebebiyle gol bir türlü gelmiyordu. Fenerbahçeli taraftarlar tam da "İkinci yarı biz bu maçı nasıl döndüreceğiz ?" derken sahneye Bruno Alves'in kafa golü çıktı. Yine Caner'in asistinde golü atan Alves akıllarımıza Lugano'yu da getirmedi değil. Golden sonra Konyaspor da Fenerbahçe de sürenin azizliğine uğradı ve doğru düzgün atak yapamadan ilk yarının son düdüğü geldi. İkinci yarıya beklemediğimiz bir şekilde Konyaspor etkili başladı. Üst üste buldukları ataklar sonucunda bir toplarının direkten dönmesi diğer toplarını da Volkan'ın çelmesi Konyaspor'un beraberliğe yatmayacağını, aksine daha çok maçı kazanmak istediklerini gösteriyordu bu olay. Fenerbahçe ise bu dakikalarda kötü oyununa devam ediyor, ilk yarıda biraz gözüken Emenike ve Kuyt da iyice oyundan düşüyordu. Hatta duran toptan başka çaresi bile bulunmuyordu Fenerbahçe'nin. Bu dakikalarda Cristian ve Meireles'in o rezil oyunu da devam ediyordu. Emre'nin oyuna girmesi de ilaç olmuşa benzemiyordu. Webo'nun Meireles gereksizi yüzünden kadroya girememiş olması ve Ersun Hoca'nın neredeyse her maç uyguladığı 4-2-4 sisteminin sekteye uğraması yüzünden takım hücumda durağan ve pasifti. Konyaspor da kontra ataklarla etkili gelmeye çalışsa da savunmada Egemen ve Alves onlara dur demesini biliyordu. Üst üste kazanılan duran toplardan sonra Fenerbahçe nihayet o aradığı 2. golü buluyordu. Yine duran toptan bu sefer bir başka stoper Egemen golü atmayı başarıyordu. Kalan dakikalarda Fenerbahçe biraz daha kontrollü oyun oynamak zorundaydı. Konyaspor da hücuımcularıyla yükleniyordu. Bu dakikada Fenerbahçe'de oyundan Meireles'in çıkıp Selçuk'un girmesi savunmayı biraz daha rahatlattı. Her ne kadar Konyaspor 1-2 atakta etkili gelse de Fenerbahçe maçı kazanıp en yakın rakibi Galatasaray'a 10 puan fark atıyordu.

Ligin kısaca 18. hafta değerlendirmesi bu şekildeydi. Ligin puan durumu ise şu şekilde oluştu : 



Ligin 19. haftasının programı ise şu şekilde :

Beşiktaş - Kayseri Erciyesspor
Kayserispor - Kasımpaşa
Antalyaspor - Gaziantepspor
Eskişehirspor - Fenerbahçe
Karabükspor - Elazığspor
Torku Konyaspor - Sivasspor
Akhisar Belediye - Gençlerbirliği
Galatasaray - Bursaspor
Rizespor - Trabzonspor
Devamını Oku »

ALMANYA FUTBOL ALTYAPISININ GELİŞİMİ

4 yorum:
Bu yazım ile sizlere benimde yıllarca içinde bulunduğum Almanya futbol altyapısının gelişimini ve yapılan uygulamaları anlatmaya çalışacağım. Özil, Götze, Hummels, Draxler, Neuer, İlkay ve nice isimlerin nasıl ortaya çıktığı ve bunun arkasında ne gibi etkenler yattığı çoğumuzun merak ettiği konu olsa gerek.



2000 YILI; ALTYAPI SİSTEMİNDE DEVRİM

Her şeyin başlangıcı Almanya Milli Takımın 2000 yılında Hollanda&Belçika’nın düzenlediği Avrupa Şampiyonası'nda alınan sonuç oldu. Portekiz, İngiltere ve Romanya ile birlikte aynı grupta yer alan Almanya, aldığı 1 puan (Romanya beraberliği) ile kendisini son sırada buldu. Yaşlı futbolculardan kurulu “Panzerler” sadece tecrübe ve disiplin ile o zamanki modern futboldan oldukça uzaktı.

Alınan bu sonuç Almanya’da deprem etkisi yaratırken, DFB (Almanya Futbol Federasyonu) ve futbol otoritelerin bir araya gelip çözüm bulmasına sebep oldu. Öncelikle altyapı komisyonu kuruldu. 2001/2002 sezonu ile birlikte 1. Bundesliga’da mücadele eden her 18 kulübün altyapı sistemi kurması ve buraya ciddi yatırımlar yapılması tabi tutuldu. Bunun devamında 2000 yılların sonunda kurulan DFL (Almanya Futbol Ligleri Birliği), kulüplerin lisans işlemin içine altyapı sistemini de koydu. Bundan böyle lisans almak isteyen kulüplerin altyapı sisteminde daha profesyonel ortam yaratmak için maaşlı altyapı antrenörleri, en az 3 çim saha (bunlardan ikisi ışıklandırmalı), masaj odası, fitness salonu, sauna, tıbbi bölümün olması şart konuldu. Öte yandan oyuncuların eğitimine de önem verilmesi için okullar ve liseler ile birlikte çalışılmaya başlandı. Aynı şartlar 2002/2003 sezonundan sonra 2. Bundesliga kulüpleri için de yürürlüğe girdi. Bu sezonda 36 kulübün altyapıya toplam yatırımı 47,85 Milyon €’du. 2011/2012 sezonunda bu rakam 100 Milyon €’yu buldu. 10 yıl içinde yapılan toplam yatırım tam tamına 620 Milyon €.

2007 YILI; ALTYAPI SİSTEMİNDE YENİ UYGULAMA

Geçen son 6 yılda Almanya futboluna büyük katkı veren bu sistemi daha da yukarı taşımak için DFB ve DFL, Altyapı komisyonu önderliğinde yeni kararlar aldı. 2006 yılında Matthias Sammer’i Almanya altyapı koordinatörü olarak başa getiren DFB, 2007/2008 yılı ile birlikte Belçika’dan, futbol değerlendirmesi üzerine çalışan “Double Pass” firması ile anlaştı. Belçika altyapısının gelişiminde de en önemli etkenlerden biri olan bu firma, 36 profesyonel kulübün tesislerini gezerek artıları ve eksikleri göz önünde bulundurarak yıldız şeklinde not ve sertifika dağıtıyor. En iyi notun 3 yıldız olan bu uygulamada ilk çalışma sonrası (2007-2009) 3 yıldız alan 1. Bundesliga kulüplerin sayısı 7. İki yıldız alan 6 kulüp bulunurken, 1 yıldızda kalan 3 kulüp bulunuyor. 2 kulüp ise hiç bir yıldız alamıyor. 2010 yılında ikinci kez uygulanan bu çalışmada takımların yarısından fazlası 3 yıldız alırken, gelişimin bu sistem ile birlikte daha da yukarıya çıktığını görebiliyoruz.

Şimdi “Double Pass” firmasının ürünü olan “Foot Pass” çalışmasının detaylarına gelelim…


“FOOT PASS”

3 yılda bir yapılan bu altyapı değerlendirmenin DFL’e maliyeti 300.000 €. Bu uygulama sadece prestijde kalmıyor. UEFA’dan DFL’e her yıl gelen 7,5 Milyon € Şampiyonlar Ligi parası tümüyle yıldız hakkeden kulüplere yatırılıyor. 3 yıldız alan kulüp 360.000 € alırken, 2 yıldız için 260.000 € ve 1 yıldız için 160.000 € veriliyor. Primler bir dahaki değerlendirmeye kadar 3 sezon boyunca kulüplere ödeniyor. Bu primlerden nasibini alamayanlar ise o sezon Şampiyonlar Ligine katılan takımlar. Çıkan sonuçlar şov haline getirmek istenilmediği için, kulüpler kendi isteğiyle kazanılan yıldızı açıklayabilirler. Son araştırmadan çıkan sonuçlar şu şekilde;

3 yıldız:
FSV Mainz, Bayer Leverkusen, Hamburger SV, Hertha Berlin, 1. FC Nürnberg, Borussia Mönchengladbach, VFB Stuttgart, 1. FC Köln, SC Freiburg (%71 ile ilk sirada), Schalke 04, FC St. Pauli, TSV 1860 Münih

2 yıldız:
Borussia Dortmund, Bayern Münih, TSG 1899 Hoffenheim, VFL Wolfsburg, SV Werder Bremen

0 yıldız:
Hannover 96, FC Augsburg, 1. FC Kaiserslautern

Sonuçlar kulüplere dosya halinde verilirken, eksikleri görme şansı oluyor ve üzerinde çalışılması kolaylaştırılıyor. 8 kriterin içerdiği bu değerlendirmede tam tamına 500 alt kriter bulunuyor.  

8 üst kriter;

- Personel ve Strateji: Kulübün ve altyapının misyonu, mali durumu ve planlaması
- Organizasyon: Kulüp yapısı ve yönetmenlik
- Futbol eğitimi: Eğitim planı, orgnizasyon, antrenman ve oynama imkanları, futbol personeli
- Destekleme: Tıbbi yardım ve personel, mental yardım, okul ve sosyal yardımı
- Kulüp içi: İç komunikasyon, veliler ile görüşme, antrenörlere danışma
- Kulüp dışı: Dış komunikasyon, kooperasyonlar, Scouting
- Tesisleşme: Tesis yönetimi, futbol sahaları, odalar ve imkanlar
- Verimlilik: Oyuncuların profesyonel olma ihtimali, genç milli takımlara oyuncu gönderme

Bunların hepsini mercek altına almak için bir hafta boyunca iki “Double Pass” çalışanı tesislerde bulunuyor. Bu sürede altyapı çalışanları ile konuşuluyor, kulüp dosyaları inceleniyor, maç ve atrenman izleniliyor ve soyunma odasında bile antrenörlerin oyuncular ile konuşması gözlemleniyor.

ALTYAPININ GELECEĞİ

Son yılların çalışmasını göz önünde bulundurursak Almanya altyapısının geleceğinin oldukça parlak olacağından emin olabiliriz. Her sezon Bundesliga’ya yeni yetenekler sunan bu sistem, önümüzdeki yıllar daha da çok genç futbolcu izlettirecek bizlere. Ve daha önemlisi, henüz yolun başındalar…


Bundesliga takımlarının altyapılarından örnekler:

Schalke 04

VFL Wolfsburg


 Hannover 96


 TSG 1899 Hoffenheim

TSV 1860 Münih

Eintracht Frankfurt

Bayern Münih

Devamını Oku »

28 Ocak 2014 Salı

Avustralya Açık'ta "Stan the Man" Rüzgarı

Hiç yorum yok:

2 haftalık uzun bir maratonun ardından turnuva nihayet son buldu. Keşke hiç bitmeseydi dediğimiz bir turnuva olmadı aslında. Büyük favorilerin erken elenmesi seyir zevkini azalatacağını düşünenler vardı ama tam tersi oldu.

Erkeklerde Stanislas Wawrinka adeta yeniden tenisin kitabını yazarak tüm dünyaya resmen bir gövde gösterisi sergilemiş oldu. "Stan The Man" lakaplı İsviçreli raket çeyrek finalde turnuvanın son 3 yılının şampiyonu ve en büyük favorisi olan Novak Djokovic'i korttan silmeyi başardı. Geçen sene çok talihsiz bir şekilde yarı finalde kaybetmişti ama bu yıl intikam için sahaya çıktığı maçta Sırp tenisçi Djokovic'i 5 set sonunda evine yollamayı başardı.



Yarı finalde Berdych'i 4 set sonunda geçmeyi başaran Wawrinka sonunda finale çıkmayı başarmıştı. Rakip ise Rafael Nadal olacaktı. Nadal icin çok önemli bir finaldi. Çünkü ezeli rakibi Federer'in 17 Grand Slam şampiyonluğunu yakalamak için burada mutlaka kazanmalıydı. Tüm dünya Nadal'ı favori olarak gösteriyordu. Kendi aralarında oynadıkları maçlarda Nadal'ın 12-0'lık üstünlüğü bulunuyordu.

Peki Rafa finale gelene kadar kimleri eledi?
Nadal aslında hiç zorlanmadı, çoğu tenis yazarlarına göre Nadal'ın erken turda zorlanacağı hatta ve hatta sürpriz bir elenme bile olabileceğini söylüyordu. Nadal çeyrek finalde Bulgar raket Dimitrov karşısına çıkmıştı, elinde sakatlığı vardı ve raketi tutarken çok zorlanıyordu. Maçın içinde zaman zaman zor anlar yaşasa bile Nadal 4 set sonunda yarı finale çıkarak Federer'in rakibi oldu.



Federer demişken, "Federer yaşıyor mu? Tenisi bence bırakmalı?" diyenler şuan nerede acaba?
Roger Federer 2004-2008 dominasyon dönemine tekrardan dönmüş gibi bir hava veriyordu.
Yeni raketiyle inanılmaz forehand vuruşları, backhand hatalarını en aza indirmiş, kortta oradan oraya savunma yaparak herkesin gözlerini kamaştırdı. 4. turda Tsonga karşısına çıkmıştiı. Daha ilk sette Tsonga'yı perişan etti. Tsonga neye uğradığını saşırmıştı. Federer hatasız oynadığı maçı idman havasında 3 set sonunda kazandı ve çeyrek finalde Andy Murray ile eşleşti. Murray'i de 4 set sonunda geçmeyi başardı Federer. Herkesin kafasında şu soru vardı "Federer yeniden burada şampiyon olabilir mi?".



Nadal karşısında favori bile diyenler vardı. Ama bu böyle olmadı, Nadal her zamanki gibi klasik Federer maçlarından birisini oynadı. Federer'in o gün hiç şansı yoktu Nadal'a karşı. 3 Set sonunda toplam 52 basit hatayla oynadı. Murray karşısında 3 sette 42 basit hatayla oynadı. Ezeli rekabette 23-10 oldu durum.
Artık buna ezeli rekabet mi denir yoksa başka bir şey mi denir bilemiyoruz. Federer, Nadal'a karşı son 5 maçını da kaybetti.

Ve tarihin yazılacağı o büyük final geldi: Wawrinka vs Nadal



Wawrinka ilk seti 6-3 kazanarak maçta 1-0 öne geçti. Nadal sağlık molası aldı. Bundan sonrası tam bir kabusa dönüştü. Nadal sağlık molası esnasında Avustralya taraftarından protesto edilerek ıslıklandı. Nadal gibi karakterli sporcunun böyle bir muamele görmesi hepimizi üzmüştür sanırım. Dünya'da sakatlık bahanesi yapacak son sporcudur Rafael Nadal. Bu sağlık molasının ardından Wawrinka ikinci seti 6-2 alarak maçı bitirme noktasına götürmüştü. Nadal'ın servis hızı saatte 120 km hıza düşmüştü. Yerinden oynayamıyordu sadece return vurarak ayakta durabiliyordu. Tüm dünya şoktaydı. Nadal bir şekilde kendine gelerek 3 seti almayı başardı ama bu yetmedi. Wawrinka'nın her ne kadar motivasyonu bozulmuş olsa da maçı 3-1 kazanarak kariyerinin ilk Grand Slam şampiyonluğunu kazanmıştı.

Federer, Djokovic, Nadal, Murray dışında biri şampiyon olduğunda sanırım tahta raketle oynanıyordu.
En son 2009 yılında Delpotro Amerika Açık'ta şampiyon olmuştu.

Dünya sıralamasının son hali:
Federer burada yarı final oynamasına rağmen Dünya sıralamasında 8 numaraya kadar düştü. Ama önündeki isimlerle arasında pek bir puan farkı yok. Federer'in fazla koruyacağı puanı da yok. Bu onun için bir avantaj olabilir. Wawrinka 3 numaraya yükseldi bu şampiyonluğun ardından. Nadal arayı iyice açabilirdi eğer şampiyon olsaydı. Şuan 2. sıradaki Djokovic'e  yaklaşık 4 bin puan fark atmış durumda. Nadal ve Wawrinka arasında neredeyse 9 bin puan fark var. Sanırım Atp sıralamasında hiç bu kadar uçurum olmamıştır.
Devamını Oku »

Gelenek "Athletic Club de Bilbao"

3 yorum:
Geleneklerine bağlı kalmayı başaran tek kulüp... "Athletic Club de Bilbao"

Öncelikle bu yazıyı planlama aşamasında çok eğlendiğimi ve gurur duyduğumu 

dile getirmeliyim. Gurur duyma sebebim ise çocukluğumdan duyduğum Athletic Bilbao sempatimdi. Çok uzun süredir yazmayı düşündüğüm; ancak hayatımızdaki koşuşturmalardan dolayı İspanya’nın bu güzide kulübünün tarihine gereken hürmeti gösterememekten korktuğum için bu yazıyı yazamamıştım… Onlar La Liga’nın hatta belki de dünyanın en sıra dışı ve geleneklerine en bağlı kulübü… Onlar hesaba katılmadıkları her yıl tarih yazan bir kulüp…Onlar San Mamés’in aslanları…

Ve işte o kulüp;
Athletic Club de Bilbao…


1898’de kurulan ve 1929’dan beri La Liga’da boy gösteren Athletic Bilbao, İspanya'nın Bask Bölgesi'nin futbol takımıdır. La Liga’da Osasuna ve Alaves’le birlikte oynayan 3 Bask kulübünden biri olan kulüp Bask bölgesi için emsalsiz bir semboldür. Tüm dünya genelindeki ekonomik krizlerden hiç yara almadan ve hep aynı hızda büyümeyle yoluna devam eden kulübün başkanı ve yönetim kurulu kadrosu İspanya’nın en önde iş adamlarını bünyesinde bulundurmaktadır. Diğer kulüplerin aksine kulübe hiç yardım edilmese dahi ekonomik olarak bir çöküş Bilbao için imkansızdır. Sebebi ise zaten Bask kökenli oyuncular dışında hiçbir oyuncuyu bünyesinde barındırmamasıdır. Kulübü en özel yapan etkenlerinden başında bu gelmektedir. 2008’e kadar onların deyişiyle ‘asil’ formalarına hiç reklam almayan kulüp, çağın gerektirdiklerine mecbur kalmıştır. Hatta kulübün bu iki politikası, 2007 yılında ülkedeki kulüpler arasında bölünmeye sebep olmuştur. Bir taraf kulübün gerçekten tarihine yakışır ve onurlu bir duruş sergilediğini, diğer taraf ise bu kulüp politikalarının sadece geri kafalılık olduğunu savumuştur. Şimdi Athletic Club’ı kuruluşu, tarihi ve Baskların özellikleriyle sunalım.

Basklar
Basklar, İspanya'nın kuzeyi ve Fransa'nın güney batısındaki özerk bölgede yaşayan bir halktır.
Dilleri Baskça'dır ve dil bilimcileri tarafından Hint-Avrupa dilleri Avrupa'ya yayılmadan önce Avrupa'da konuşulan dillerden arta kalan tek dil olduğu söylenmektedir.Bölgedeki nüfusun ancak %28’i Baskça konuşmaktadır. Bayrağı:

Mevcut nüfusları yaklaşık 2.190.000‘dir ve giderek azalmaktadır. Bask Ülkesi idari olarak 1978 yılındaki Özerklik yasası ile 3 ilin birleştirilmesiyle oluşturulmuştur. Bunlar Alava, Biskay ve Guipuzcoa 'dır. Yalnız Bask Ülkesi terimi genellikle bu 3 ilin oluşturduğu idari yapıyla sınırlandırılmamaktadır. Navarra ve İparralde denen Fransa sınırları içindeki Pays Basque bölgesi de tarihi Bask Ülkesinin kültür alanlarıdır.

Kuruluşu

1896’da halkın sportif faaliyetlerde bulunmak için gittiği bir dernek olarak kurulmuştur. Halk arasında beklenilenden daha fazla popüler hale gelen dernek –isimleri hiçbir kaynakta geçmeyen- Bask bölgesinde önde gelen 6 üye tarafından 1898 yazında kulüp olarak faaliyete geçmiştir. O 6 üyenin koyduğu kulüp kuralları günümüzde de kulübün değiştirilemez kuralları olarak hâlâ geçerliliğini korumaktadır.
(Hatta ek olarak aslında Atletico Madrid’de neredeyse aynı şekilde 3 Bask genç tarafından kurulmuş Athletic Bilbao’nun kolu olarak kurmuş ancak Athletic Club’ün Bask bölgesi için bir spor kulübünden fazla olduğunun görülmesi (Yani hep arka planda kalma korkusu) ve de zaman bu sebeple içinde asıl amacından sapıp Real Madrid’deki muhalif üyeleri toplayan bir kulüp haline gelmiştir. )

Tarihi
Athletic Club de Bilbao, İspanya'nın Bask Bölgesi'nin futbol takımıdır. 1929'dan beri La Liga'da mücadele eden kulüp Real Madrid ve FC Barcelona ile birlikte ligden hiç düşmemiş üç takımdan birisidir. Athleic Bilbao 8 kez La Liga'yı, 24 kez de İspanya Kupası'nı kazanmayı başarmıştır.
Bask Bölgesi'nin diğer takımlarından farklı olan Athletic Bilbao bölge haricinde hiçbir oyuncuyu takımında oynatmaz. Takım bu geleneğini yıllardır sürdürmektedir. Formasına hiçbir zaman reklam almayan Bilbao temsilcisi 110 yıl sonra bu geleneğe son vererek 2008 yılı başlangıç olmak üzere, 2011'e kadar Bask kökenli bir petrol şirketinin forma reklamını almıştır. Tarihi boyunca kadrosunda oynattığı iki yabancı futbolcu Bixente Lizarazu ve Aymeric Laporte olup, bu iki futbolcu da Fransa'nın Bask Bölgesi'ndendir. (Pays Basque) Hatta genç stoper Laporte 2013-2014 sezonunda da kulübün bünyesindedir.


Athletic Bilbao'nun kullandığı San Mamés Stadı 1913 yılında inşa edilmiş olup La Liga'da maç yapılan en eski stadyumdur(Statta futbolcuların sahaya çıkış tünelinde ‘Kimilerinin cenneti, kimilerinin cehennemi’ yazmaktadır). Yeni stad projelerine başlayan kulüp önümüzdeki yıl buram buram tarih kokan San Mamés’ten ayrılacaktır. Takımın San Mamés’deki tarihi galibiyetleri :


 Geçmişten günümüze formaları : 


Yine kulübün efsanevi geleneklerinden olan bir başka anektodu sizinle paylaşayım. 1910 yılından beri süre gelen bu geleneğin dünyada eşi benzeri görülmemiştir. Takım kaptanı 5 yıl ve üzerinde kaptanlık yapmışsa, 2. kaptan olarak ilan edilecek oyuncu 23 yaşından küçükse ikisi birlikte kulüp müzesine gider ve takım kaptanı, kulüp kurucularının yakaladığı ve şuan hâlâ doldurulmuş olarak müzede duran aslanın yelesinden bir tel koparır ve genç kaptan adayına verir. Şuana kadar anlattığım tüm ilginç gelenekleri ve bu gelenekleri istemeyen herkese karşı ayakta tutan bu kulüp ayakta alkışlanmayı hak ediyor.


Yazımı bitirirken içimdeki heyecanı ve mutluluğu kelimelere dökmem çok zor. Ülkemizde ve dünyada, böylesine güzel gelenekleri ve geleneklerine bağlı taraftarı olan bu kulübün pek çok bilinmemesi üzücü, ancak yazdığım bu yazı da dilimin döndüğü kadarıyla az da olsa kulüp hakkında bilgi sahibi olmanızı sağladığımı düşünüyorum. Athletic Bilbao hakkında zamanla bu ve buna benzer daha fazla yazı yazılmasını umuyorum. Bu yazıyı okuyup da kulübe sempati duymaya başlayacak 1 kişi bile dahi olsa beni mutlu edecektir.
Devamını Oku »

17 Ocak 2014 Cuma

NEMENJA MATİC | CHELSEA

Hiç yorum yok:
Nemanja Matić,  Chelsea’nin Benfica'dan transfer ettiği yeni Sırp oyuncuyu yakından tanıyalım...



2011'de Benfica ve Chelsea David Luiz için para + Matic karşılığında anlaşmıştı. Aynı Matic 2 yıl sonra aynı paraya eski takımı Chelsea’ye yeniden transferini gerçekleştirdi. Chelsea için bu transfer fazla uzun sürmedi. İki tarafta daha önce Ramires, David Luiz transferlerindeki iyi ilişkileri kullanarak, Chelsea için konulan özel bir madde ile birlikte çabuk bir şekilde bitirdi.

Pozisyon: Orta saha/DMC/MC
Oyuncu Profili: Eski tip ‘ön libero’, ‘çapa’ gibi deyimler yakıştırılan topçulardan değil modern orta saha oyuncularının en önemli temsilcilerinden. Müthiş bir hava hakimiyetinin yanında yerden olan etkinliği (topa yön verebilme, pas organizasyonu, atak başlangıcı, savunmadan topu alıp taşıyabilme) gibi yeteneklere sahip olması.



Artıları: Topla mesafe kat edişi, uzun boyuna rağmen olan inanılmaz çevikliği ve atletizmi. Hücumdaki efektifliği (gol yollarında), gol-asist bakımından son zamanlardaki gelişimi, pas kabiliyeti. Savunma ve hücum arasındaki bağlantıyı rahatlıkla kurabilecek profilde olması, oyun içindeki istikrarı ve bitmek tükenmek bilmeyen enerjisi. Maçın içinde var olabilmesi (inisiyatif/takım arkadaşlarına verdiği destek). Pres gücü ve ikili mücadelelerde rakiplerinin korkulu rüyası olması.



Chelsea’de neleri değiştirir? 
Mikel ve Ramires'e göre çok farklı bir oyun profiline sahip olduğu aşikar. Mourinho’nun futbol felsefesini sahada uygulatacak ve sistemini işletebilecek en temel taşlardan biri olur. Chelsea’nin önde baskı yaptığı dakikalarda takımını öne itecek ve takım arkadaşlarına açacağı alanlar çok önemli olacak. Hücum presi en önde başlatır, önünde görev yapacak Oscar, Lampard, Willian gibi hücumcu orta saha oyuncularına özgürlük ve rahatlık sağlar. Hazard ve Schurrle gibi kanat forvetleri olan ve aynı zamanda ters ayaklı-içeri kat eden tipte oyuncularla uyumu ve açıklarını kapatıp Benfica’da Gaitan-Salvio ile uyguladıkları gibi onların içeri girip şut çekme imkanı sağlayabilir. Yanındaki partnerine sağladığı hücum desteği mutlaka artış olacaktır. Mikel'e nazaran daha kabiliyetli ve meziyetli. Ceza sahası çevresine sık sık destek verir. Set temposuna kesinlikle katkı sağlar, verkaç gibi hızlı hücum aksiyonları Matic’in ayağından görebiliriz. Arada attığı sürpriz şutlardan gol tehdidi, kornerlerde ve duran toplardaki aktifliği de en büyük artılarından. Teknik kapasitesi oldukça yüksek ve sol ayağını raket gibi kullanması, mental ve fizik açısından hep hazır ve maç temposu oldukça yüksek olması (Benfica'da hem lig ve EL oynadı) onu Chelsea'de daha da değerli kılacaktır. Özellikle birçok kulvarda oynayama alışkanlığı olması da bir diğer pozitif nokta. Mevki konusundaki sunduğu çeşitlilik versatil yapısı buyuk avantaj olacaktır.



Bilgi ve Notlar : 


  • 1 Ağustos 1988'de (25 yaşında) Sırbistan'ın Sabac şehrinde doğdu.  Sırp Milli Takımı'nda 8 kez forma giydi. 
  • Lakabı: Auto-MATIC  
  • 2012-2013 sezonun en güzel golünü attı (Liga Sagres’te). 
  • Benfica ile 98 maçta 9 gol 12 asistlik bir performans ortaya koydu.
Devamını Oku »